Sabah işe giderken kaldırımdan yürüyemiyorsanız, elinizde poşetlerle eve dönerken park halindeki arabaların arasından sokağa inmek zorunda kalıyorsanız, çocuk arabasını sürecek boşluk bulamıyorsanız ya da engelli bir yakınız kaldırımda ilerleyemiyorsa... Bu mesele hepimizin.
Kaldırımlar yaya içindir. Bu çok basit ve tartışmasız bir gerçek. Ancak özellikle büyük şehirlerde, ne yazık ki bu temel gerçek sürekli ihlal ediliyor. Esnaf mallarını kaldırıma seriyor, kafeler masa atıyor, sürücüler arabalarını yaya yoluna park ediyor. Kaldırımlar artık bir vitrin alanına ya da bedava otoparka dönüşmüş durumda.
Bir şehri medeni yapan şeylerden biri, kamusal alanın adil kullanımıdır. Kaldırım sadece yürümek için değil, aynı zamanda eşitlik için de bir göstergedir. Herkesin erişimine açık olması gereken bir alan, rantın ya da bireysel konforun aracı haline geldiğinde, toplum olarak bir şeyleri kaybediyoruz.
Elbette esnaf da yaşamalı, kafe de müşteri ağırlamalı. Ama bunun bir sınırı, bir düzeni olmalı. Bir sandalye daha fazla koyabilmek uğruna bir annenin pusetle yolda yürümesine neden oluyorsak, burada bir sorun vardır. Denetimlerin yetersizliği kadar, toplumsal farkındalığın düşüklüğü de bu işgallerin artmasına yol açıyor.
Artık bu alışkanlıkları sorgulama zamanı geldi. Kaldırımlar, sadece bir şehir süsü değil; kamunun malıdır. Yani hepimizin. Ve hepimizin olan bir alanın sadece bir kesime hizmet etmesi, kabul edilebilir değil.