Son zamanlarda yaşanan olayları düşününce içerisinde bulunduğumuz durumun sebeplerini merak ettim ve kısa bir araştırma yaptım. Vardığım sonuç; yaşadıklarımızı hak ettiğimiz.
Durun! Hemen kızmayın. Ben düşüncelerimi yazayım siz de haklı olup olmadığıma karar verin.
Giriş cümlemde son zamanlarda yaşadığımız olaylar derken de ekonomik sıkıntılardan bahsetmiyorum. Çünkü bir gecede yüzde 1500 faizleri görmüş bir millet olarak biz bu konuda bir hayli idmanlıyız.
Toplumun geneli olarak zaten çok varlıklı insanlar olmadığımız için bir malın/eşyanın azlığı ya da çokluğu genel olarak bizi çok da fazla etkilemiyor.
Benim bu yazıda vurgulamak istediğim ve beni derin bir üzüntüye gark eden şey toplumsal yozlaşma.
Eğitimin içler acısı hali ortada. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da sık sık vurguladığı gibi bu konu mevcut iktidarın en başarısız olduğu konu. Yalnız eğitim noktasında geçmiş ile bugün arasında bir fark var. Eskiden okul sayısı da okuyan sayısı da azdı belki ancak insanların geneli bir feraset sahibiydi. Bugün ise ortalık okumuş cahillerden geçilmiyor.
Feraset, bu coğrafyanın insanına özgü muhteşem bir hasleti ancak sosyal medya ve değişen yaşam şekli bu güzelliği elimizden aldı maalesef.
Eskiden adına 'Anadolu İrfanı' denilen şey öyle önemli bir şeydi ki; bir topluluktaki sorunların büyük çoğunluğu ekstra bir çabaya, kanun koruyucuların müdahalesine gerek bırakılmadan hal edilebiliyordu.
Bugünse gündüz kuşağı programlarından öğreniyoruz ki ahlaki sorunların çok büyük kısmı Anadolu'da yaşanıyor. Hem de ne sorunlar? Normal bir insanın kırk yıl düşünse aklına gelmeyecek ahlaksızlıklar her gün çok menem bir şeymiş gibi televizyonlarda anlatılıyor.
Sosyal medya uygulamaları da bu ahlaksızlığa tuz biber ekti.
Facebook ve Twitter'da gördüklerimiz sonrasından "Daha ne olabilir ki?" derken daha beterlerini instagram ve Tiktok ile gördük. Görmez olaydık.
'Namus' bahanesiyle öz çocuğunu katledebilen insanların bütün ahlaki hasletleri çiğneyerek tüm mahremlerini hiç çekinmeden dünyanın gözü önüne sermesini nereye koyalım?
Aslında bütün bunları bizleri yöneten ya da yönetmeye aday olan insanların geneline baktığınızda bir yere konumlandırabiliriz.
Geçtiğimiz günlerde birisi iktidar diğeri muhalefet partisinde görevler alan iki insanın sosyal medya paylaşımlarını görünce bütün bu yaşadıklarımıza müstehak olduğumuza kanaat getirdim. Zira daha yazılanı okuyamayan, okuduğunu anlayamayan ve anladığını sandığı şeyi yorumlayamayan bu insanlar gelecekte ülkeyi yönetecek kadroların içinde olmak istiyorlar.
Eee! Hali hazırdaki yöneticilerimiz de onlar gibi olunca bu yaşadıklarımız da elbette bize müstehak olur.
İnsanlar her zaman layık oldukları yönetim tarzıyla yönetilirler, kendileri iyi olurlarsa yöneticileri de iyi olur, kötü olurlarsa yöneticiler de kötü olur. Zira yöneticiler halkın içinden çıkarlar ve onların bir parçasıdırlar. Neyi/kimi hak ederseniz öyle/onun tarafından yönetilirsiniz.
Derdimi daha iyi anlatabilmek için Recep Tayyip Erdoğan'ın da bir konuşmasında anlattığı meselin sonu ile bitireyim yazımı;
Bağdat'ı harap edip yüzbinlerce insanı katleden Hülagü Han genç bir medrese hocasına; “Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?” diye sorar.
Genç alim gayet sakin bir şekilde; “Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup zevk ve sefaya daldık. Makam, mevki, mal, mülk peşine düştük. Cenab-ı Hakk da verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi” der.
Hülagü bu sefer ikinci sorusunu sorar: “Peki, beni buradan kim gönderebilir?”
Kadıhan: “O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın” cevabını verir.