Ne güzel günlerdi o günler. Tadı her an damağımızda kalan duyguların, rüya gibi zamanların yaşandığı anlar.
Ne olduğunu da aslında çok bilmediğimiz zamanlar. Henüz ilkokula bile başlamamışız. Anne ve babam artık kahvaltılarımıza katılmıyor, akşama kadar bir şey yiyip içmiyor. O zamanlar yaklaşık 10 yaşında olan abim de kahvaltı yapmıyor ama O, öğle vakti su içmeye sonra yemek yemeye başlıyordu.
Yaramaz bir çocukluk geçirince her olayı kendimle ilişkilendirdiğim için; "Herhalde bana küstüler" diye düşünüyordum. Annem ve babam çok kızgın olduğu için onlar akşama kadar bir şey yiyip içmiyordu abim ise daha az kızgın olduğundan sadece kahvaltı yapmıyor ama öğle olduğunda kardeşliğin verdiği o kopmaz bağın oluşturduğu duyguya yenik düşüp yemek yemeye başlıyordu. Bir de ödül veriyorlardı abime yemek yiyince.
Geceleri de bir tuhaftı. Beni uyuttuktan sonra babam, annem ve abim yemek yiyorlardı. Yorganın altından onları izlemeye, olan biteni anlamaya çalışıyordum ama nafile. Demek ki gerçekten çok kızmışlardı ve benimle günde sadece bir kez yemek yiyerek beni cezalandırıyorlardı. İyi ama biz o filmlerde anne ve babasına çocukların 'siz' diye hitap ettiği, eve ayakkabı ile girdiği, çocuklar bir hata yaptığında ebeveynlerinin sadece "Çabuk odana gider misin?" diyerek ceza verdiği ailelerden değildik ki. Biz bir yanlış yaptık mı annemiz terliği kafamıza fırlatır (ki çoğunlukla tam isabetle vurur) babamız ensemize bir tokat aşkeder ve konu kapanırdı. Şimdi ne oluyordu da böyle ilginç bir cezaya maruz kalıyordum.
Sormak istiyorum ama soramıyorum neden böyle yaptıklarını. Zira sorduğumda mutlaka ihale bana kalacak ve yiyeceğim dayak ya da alacağım cezaya razı olacaktım.
Aslında küs olmaları bir konuda işime de yaramıştı. Annem özellikle akşam yemekleri için her zamankinden daha çok uğraşıyor, değişik değişik, çeşit çeşit yemekler yapıyor ve her akşam yaptığı yemeklerden komşulara dağıtıyordu. Tabi komşular da kendi yaptıkları yemeklerden bize gönderince evde her akşam bir ziyafet ortamı oluşuyordu. Küslük güzel şeymiş diyordum. Keşke anne ve babam bana hep böyle ceza verseler.
Gerçi gündüz dışarıda yemek yememek gibi yeni bir ceza daha ortaya çıkmıştı bu süreçte. Hâlbuki biz komşu çocuklarıyla ekmek arasına toz şeker atıp sokakta yemeyi ne çok severdik. Annem dışarıda yemek yemeyi yasakladı. İşin ilginç tarafı arkadaşlarımın anneleri de çocuklarının dışarıda yemek yemesine müsaade etmiyorlardı. Herhalde annem ve komşu kadınlar sokakta kapı önlerinde bir araya gelip yün işleyerek, çekirdek çitleyip çay içerek vakit geçirdikleri bir günde ortak bir karar almışlar ve herkes çocuğuna dışarıda yemek yemeyi yasaklamıştı. Aldıkları yasak kararının etkisini göstermek için olacak kendileri de artık sokakta çekirdek çitlemiyor ve çay içmiyorlardı.
Daha önce ancak akşam ezanı okununca annelerimizin çağırmasıyla evlere girerdik ama abim ve arkadaşları akşam ezanı okunmadan evlere dağılıyor ve herkes evinin balkonuna, damına çıkarak ezanı bekliyordu. Ezan okununca da hepsi bir ağızdan ezana eşlik ediyor ve "Ezan okundu" diye bağırarak evlere giriyorlardı.
Bir de her akşam garip bir patlama sesi duyuyorduk. Herhalde bir çocuğun futbol topu patladı diye düşünüyordum. Bir defasında bir futbol topunun bir arabanın altında kalarak büyük bir gürültü ile patladığında şahit olmuştum. Bizim plastik toplarımız gibi 'pıss' ederek değil büyük bir gürültüyle patlamıştı. İyi de nasıl oluyor da her akşam tam da ezan okunmaya başlarken patlıyordu çocukların topları?
Gece yarıları da davul sesleri duyuyordum bazı zamanlar. İnsanlar o saatlere kadar düğün yapıyorlardı ama çok garip bir şekilde davulun sesi uzaktan yakına doğru geliyor, evimizin önünden hızlıca geçerek başka sokaklara gidiyordu. Tuhaf olan zurna yoktu. Bazen bir kaç şiir gibi bir şeyler söyleyip gidiyordu davulcu ve kimse de ona gecenin bir yarısı gürültü yaptığı için kızmıyordu. Hâlbuki büyükler akşam vakti dışarıda oynadığımızda bize hep kızıyor hatta bizi kovalıyorlardı. Davulcuya neden kimse kızmıyordu? Demek ki zengin birisinin çocukları evleniyordu. O yüzden davulcu herkese haber veriyordu. İyi de neden gece vakti?
Aradan yaklaşık bir ay geçti. Cezam devam ediyordu. Ne annem, babam bir şey söylüyor ne ben onlara bir şey sorabiliyordum.
Bir kaç gün sonra bayrammış. Babam abimi ve beni terziye gidiyoruz diyerek küçük bir dükkâna götürdü. "Adamın ne garip ismi varmış" diye geçiriyordum içimden. Fevzi ismine oturduğumuz mahalle yüzünden aşinaydık ama terzi diye bir ismi de ilk defa duymuştum. Terzi amcanın dükkânında farklı renklerde kumaşlar vardı. Bir de sağa sola asılmış gömlek ve pantolonlar. Adamın ne kadar çok giysisi var diye düşünüyorum etrafa bakıp. Daha sonra terzi amca elindeki bez metre ile bir göğüs kısmımı, bir bel tarafımı, bir ayaklarımı ölçüyor sonra kâğıda bir şeyler yazıyordu. "Babam bana vereceği cezayı sonunda buldu" galiba dedim kendi kendime ama ne yapacağına dair hiç bir fikrim yoktu. Babam abime "Ne renk olsun?" diye sordu abim de "Siyah olsun" deyince "Eyvah!" dedim. Öyle ya siyah çok da iyi şeyleri çağrıştıran bir renk değil. Ne hikmetse terzi amca da benim cezalı olduğumu biliyordu. Yoksa neden hep abime bir şeyler sorsun. Cezalı olduğumu bilmese herhalde bana da bazı şeyler sorardı.
Terzi amcadan çıktıktan sonra bir ayakkabı dükkânına gittik. Babam nedense burada cezamı önemsemedi. Abim de ben de beğendiğimiz ayakkabılardan birer çift aldık. Babam ayakkabılarımızı bayramda giyebileceğimizi söyledi. Bu güzel bir şey. Demek ki bayramı göreceğim. İyi de ne yaptım ki ben bu kadar uzun süre bana kızıp da gündüz boyunca hiç bir şey yiyip içmediler.
O bayramı hatırlıyorum da okul olmadığı zamanlarda erken kalktığımızda kızan annem o gün erkenden uyandırdı bizi camiye gitmemiz için. Babamın mutfakta ağzına bir hurma attığını gördüm. İşte buraya kadar! Demek ben "Gündüz bir şey yiyip içmiyorlar" derken onlar meğer gizli gizli yiyip içiyorlarmış.
Caminin ilk defa bu kadar kalabalık olduğunu gördüm. Kadınlara ayrılan yerlerde bile erkekler vardı. Yetmemiş cami avlusuna kilim sererek namaza hazırlık yapıyorlardı. Namazı kıldıran imam da bir tuhaf namaz kıldırıyordu. Sürekli tekbir aldırıyor. Sonra insanlar eğilecekleri yerde bekliyorlar bir kaç tekbirden sonra eğiliyorlardı. İmam da namaz kılmayı bilmiyor galiba. İlginçtir her fırsatta camide bizlere kızan yaşlı amcalar imama hiç kızmadılar. Hatta namazdan sonra gidip onu tebrik ettiler. Ee! Amcalar tebrik eder de ben durur muyum? Gittim ben de imamı ilginç namaz kıldırma tekniği nedeniyle tebrik ettim.
Camiden çıkışta kahvaltımızı hep beraber yaptık. Demek ki cezam bitmişti. Annem, babamızın elini öpmemiz gerektiğini söyledi. Önce kendi öptü sonra da abim, ben ve kardeşlerim öptük. Babam bize harçlık verdi. Bu, benimle barıştığının da işaretiydi.
Suçum neydi hiç bilmiyorum. Bana kızıp da neden gündüz vakti bir şey yiyip içmediklerini de. Mahallemizde diğer insanların da neden aç kaldıklarını anlamamıştım. Belli ki çok fena bir şey yapmıştım ama sonu güzel bitmişti. Ne bir azar işittim ne bir dayak yedim. Üstüne, bayram dedikleri bir gün cebim para ve şekerlerle dolmuştu.
Sonradan öğrendim ki Ramazan ayındaymışız. 12 ayı öğrenmiştim ama demek ki Ramazan 13. gizli bir aymış. Ne güzel bir aymış Ramazan ayı ve ne güzel bir şeymiş çocukluğumuzdaki Ramazan Bayramı...
***
Bugün mübarek Ramazan mevsiminin ilk günü. Kutlu ve bereketli olsun. Ramazan ayımızın bu kötü günlerin sonlanmasına ve özlediğimiz o güzel günlere yeniden kavuşmamıza vesile olmasını diliyorum.