Yok yok! Siz oy verdiniz de böyle oldu şeklinde klasik bir giriş yapmayacağım.
Siz oy verseniz de vermeseniz de, yaklaşık bir asırdır varmış gibi görünen ama aslında olmayan bir sistemde bütün bunlar normal. Çünkü bizde sistem, eğitmek ve geliştirmek için değil, öğütmek ve iyiden kötüye, güzelden çirkine dönüştürmek için vardır(!).
Öyle ki; hesap soramazsınız sorumlulardan.
Eğer öyle olmasa, on bir yıl boyunca metroyu bitiremeyen, şehri inşaat şantiyesine döndüren ve öylece bırakan, buna rağmen 31 Mart seçimlerinden önce kameralar karşısında; "metronun ikinci etabını iki yılda bitiririm" diyen pişkin insanlar aramıza çıkacak yüzü bulamazdı.
Ekmekle, otobüsle seçim kazanıp halâ siyasi el-ense çekebilecek, siyasete müdahale edecek gücü varsa bu insanların, kusura bakmasın kimse sorumlusu, biziz yaşananların.
Yöneticilerimizin; "Ben bu gece eve gitmiyorum. Hemşehrilerimin yanındayım" demesini, su basan evimizdeki eşyaları kurtarmaya çalışırken duyup alkışlıyorsak ve koca bir yaz dönemini yatarak geçirmelerini hatırlamıyorsak, bedeli elbette halk olarak biz ödeyeceğiz.
Hizmetin tasarrufu olmaz arkadaşlar. Şehrin ihtiyacı varsa "Param yok" bahanesine sığınarak yan gelip yatamaz, yetki makamında oturanlar.
Göreve gelmeden önce bu işin-artısını eksisini, ne getirip ne götüreceğini, ne kadar hizmet yapıp neyi yapamayacağını herhalde hesaplamaları lâzım değil mi, makama talip olanların? Paran yoksa çaresine bakacaksın. Olan kadar çalışacaksın, olmayan için kredi bulacaksın, hiç olmadı cebinden harcayacaksın.
İşte bu bütün garabetlere rağmen dört yıl yatıp bir yıl çalışan insanlar yanımıza oy istemek için geldiğinde el etek öpüyorsak, "Büyüksün" diyorsak, onlara sahip çıkıyorsak, halâ oy vermeyi düşünüyorsak yaşanan her şey de bize müstehak. Şehri sel almış, her taraf berbat ama hem şimdiki hem de eski yöneticiler sorumlusu ben değilim diyebiliyor ve buna bu şehirde yaşayan insanlar olarak biz itiraz etmiyorsak elbetteki selde ortaya çıkan durumun sorumlusu Adanalılardır.
BİR GARİPTİR BİZİM MUHALEFET ANLAYIŞIMIZ
Biz de çok ilginç bir durum var.
Diğer ülkelere nazaran, çizgiler daha net bir şekilde ayrılmıştır birbirinden.
Ne olursa olsun karşı mahalleden birinin yaptığını bizim mahalleden biri yapınca, sus pus oluruz veya bizden bildiğimiz biri herhangi bir şey için karşı tarafa destek verse onu tu-kaka ilân ederiz.
Bu yüzden de şöyle bir anlayışımız var; "İktidar dünyanın en güzel işini de yapsa biz onu yine beğenmez, eleştiririz." Elbette bunun tam tersi diğer taraf için de geçerli.
Bizden olmayan, dünyanın en doğru cümlesini kursa hakikat olarak kabul etmeyiz de, bizden olan yalan söylese ve biz bunun yalan olduğunu bilsek bile büyülenmiş gibi onu dinlemeye devam eder, beden dilimizle; "Söyle söyle. Yalan da olsa hoşuma gidiyor" deriz. Bu yüzden, rüşvet isteyen daha güçlü diye, 'harcatırsak ucu bize dokunur, dokunan yanar' düşüncesiyle rüşvet isteyeni değil de "Benden rüşvet istedi" diyeni, hem de ailesiyle birlikte kovarız yanımızdan.
Yerli otomobil konusunda da gördük aynı şeyi. Özellikle muhalefet kanadında yer alan ancak konuyu milli bir mesele olarak görüp yerli otomobile destek verenler, sosyal medyada linç edilmeye başlandı kendi partilileri tarafından. Dedim ya; sağımız da solumuz da bir garip bizim. Farklı düşünmeyi bir zenginlik görmeyiz de ihanet olarak görürüz. Böyle olunca da ortak paydada buluşmamız çok zor olur.
İşte bu yüzden de, burnumuz hiç bir zaman çıkmaz su(!) çukurundan.
NASIL OLUYOR DA OLUYOR?
* Bir taraftan yerli otomobil üretecekken diğer taraftan yerli otobüsü tüketiyoruz?
* Herhangi birisi iktidar partisini öven bir yazı yazsa yandaş oluyor da, muhalefeti öven bir yazı yazınca yandaş olmuyor?
* Ülkemizin geleceğini vatandaşların tamamını etkileyecek önemli projelerde bile ortak bir akıl üretemeyip birbirimize giriyoruz?
NE GÜZELDİR NE GÜZEL
* Sevdiklerinle vakit geçirmek.
* Habersiz yapılan iyilik.
* Kimseye 'eyvallah' etmeden yaşamak.