Yaklaşık 10 yıldır devam eden Suriye iç savaşı, uluslararası bir boyut kazanıp dünya devletlerinin mücadele alanı olunca bu işten devlet olarak en büyük zararı Türkiye gördü.
Bir irfan merkezi olan Anadolu halkı, 3 milyondan fazla Suriyeliyi bağrına basarken devlet de yaklaşık 50 milyar dolarlık bir harcama yaptı. Üstelik bu rakama Suriyeli ılımlı muhaliflere verdiği askeri destek ve operasyonlara harcadığı paralar dâhil değil. Bütün bunları yaparken de öncelik insani ve vicdani kaygılardı. Diğer devletler gibi petrol sahalarını işgal etme ve bunu yaparken de sivil halkı görmezden gelme gibi bir düşüncesi hiç olmadı. Ülke çıkarlarını, mazlumların çıkarlarının üzerinde görmedi hiç bir zaman.
Halâ da görmüyor ancak ne zaman rejim güçleri varılan anlaşmalara uymayıp askerlerimize saldırmaya başladı, işte o zaman işin rengi değişti. Devletimiz, Suriye rejimine saldırıları durdurması ve anlaşma bölgesine çekilmesi için 1 Mart'a kadar süre verdi. Bu süreçte diplomasi kanallarını da kullandı. Herhangi bir saldırı düzenlemedi. Sabırla rejim güçlerinin İdlib'ten çekilmesini bekledi ancak bu bekleyiş sürerken İran ve Rusya destekli rejim güçleri bir hava saldırısı ile askerlerimizi şehit etti. İşte bu, bardağı taşıran son damla oldu. Artık işin rengi değişti. Savaşın boyutu değişti. Saldıran Rusya ve İran destekli rejim güçleriydi ama ülkemiz ilk mesajı Avrupa'ya verdi. Türkiye, sınır kapılarını açtı ve Avrupa'ya gitmek isteyen sivillerin engellenmeyeceğini açıkladı.
Burada ilginç bir durum da oluştu. "Türkiye'de Suriyelileri istemezük" diyen gruplar, kapıların açılmasıyla birlikte vicdana geldi ve adeta "Kardeşlerimiz gitmesin" korosu oluşturdu. Daha düne kadar bir kaşık suda Suriyelileri boğacak insanlar, şimdi onlar için güzelleme yapmaya başladılar.
1 Mart'ta tam da günün başladığı dakikalarda ikinci ve en önemli mesaj Suriye rejimi, Rusya ve İran'a verildi. Türkiye açık olarak rejim ve Rus askerlerinin konuşlandığı bölgelere ve PKK/PYD/YPG kamplarına yönelik karadan ve havadan saldırılar başlattı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu operasyonun hayati bir önemde olduğunu vurgulayarak; "Neticeleri en az 100 yıl önceki kadar büyük olacak" dedi ve ekledi; "Mücadeleden bir an geri kaçarsak, bir an birliğimize beraberliğimize sahip çıkmazsak çok daha büyük bedeller ödeyeceğimizin bilinciyle hareket ediyoruz."
Bu noktaya kadar sorun yok. 'Asker millet' namıyla anılan halkımızın her yiğit evladı cephede göğüs göğüse çarpışma konusunda mahir elhamdülillah ve bunu yaparken korku nedir onu da bilmez.
Milli teknoloji hamlesi ile geliştirilen SİHA'lar da maşallah ebabiller gibi Ebrehe'nin ordularını tarumar ediyor ama günümüz dünyasında cephe harekâtında kazanılan üstünlükle birlikte psikolojik harpte de üstünlük kurabilmek şart. Ülkemizde siyasi anlamda hayata sağdan bakanlar bunu yapamıyor. Yapamayınca da dışarıda kazansa da içerde kaybediyor.
Bunun en önemli örneğini yine bugünlerde yaşıyoruz. Bir soru ve bir cümle, yapılan bütün mücadeleyi boşa çıkaracak üstüne düşmana kazandıracak cinsten; uzun süredir halk arasında fısıltı gazetesi ile dolaşan ve sonradan sosyal medya aracılığı ile soruyu politikacıların gündemine sokan (ya da tam tersi farketmez) ve artık vatandaşın bir tepki olarak açık bir şekilde dile getirdiği o soru şu; "Suriye'de ne işimiz var?" Yine aynı etkiye sahip o cümle ise; "Suriyeliler burada keyif çatarken, askerlerimiz Suriyeliler için ölüyor."
Diyelim ki tamamı ahşaptan yapılma evlerin yanyana konumlandığı bir sokakta oturuyorsunuz. Komşunuzun evinin yanmaya başladığını gördünüz. Alevler sizin eve doğru yaklaşıyor. Hem komşunuzun evindeki yangını söndürmek hem de yangının sizin eve ulaşmasını önlemek amacıyla yardım edeyim derken öğrendiniz ki, yangını evin babası çıkarmış. Yine de o yangını söndürmek istemez misiniz? O evdeki diğer masum insanlara yardım etmez misiniz? Onları evinizde ağırlamaz mısınız? Yine diyelim ki siz yangını söndürürken çocuğunuz da o yangın sizin eve gelmesin, komşunuz daha büyük zarar görmesin diye size yardım ederken komşunuz çocuğunuza zarar verdi. Bunun üzerine; "Bana ne ya! Ne halin varsa gör. Zaten çocuğum da senin evindeki yangını söndürürken zarar gördü" diyerek yangını söndürme çabanıza son verir misiniz? Yangın devam etse ilk yanacak sizin eviniz. İşte böyle bir acı sarmalın içindeyiz. Burada maalesef tek seçeneğiniz var. Ya yangını söndüreceksiniz ve evdeki mazlumlara yardım edeceksiniz ve sizin eve ulaşmasını önleyeceksiniz ya da bırakacaksınız komşunuzun evi yansın, kül olsun ama unutmayın sizin eviniz de ahşaptan yapılmış ve komşunuzun eviyle yan yana.
Aslında bütün bu yazdıklarım işin hikâye kısmı. Gerçeği ise geçtiğimiz gün şehit olan kahramanlarımızdan birisi yazıyordu; "Sakın 'Suriye'de ne işimiz var' diyenlerden olmayın. Yedi düvel bir olmuş, rejimi, Rusyası... Gittim gördüm, tam da olmamız gereken yerdeyiz."
Devlet işte tam da bu noktadan bakabilmeli ve Suriye'deki haklı mücadelemizi önce kendi vatandaşlarına sonra da tüm dünyaya anlatabilmeli. Şehidin dilinden...
Merak ediyorum; acaba bir Rus, Amerikalı, İranlı yada Fransız veya bir Alman vatandaşı sınırları bile olmadığı halde Suriye'de ne işimiz var diyor mudur?
DOĞRU KARAR YANLIŞ YÖNTEM
Devletimiz, Suriye iç savaşı başladığından bu yana yaklaşık 4 milyon Suriyelinin ülkemizde barınmasına müsaade etti halk da onları bağrına bastı. Bazı irili ufaklı olayların dışında bugüne kadar çok büyük bir sorun da yaşanmadı.
Sorun yaşanmaması demek, devletin bu konuda doğru adım attığı anlamına gelmiyor maalesef. Suriyelilerin özellikle ilk mülteci akını sırasında doğru düzgün bir şekilde araştırma yapılmadan, soruşturmaya tabi tutmadan yurda alınması ve halkın arasına girmelerine müsaade edilmesi hem vatandaşlarımıza hem de Suriyeli muhacirlere zarar verdi. Zira o göçmenlerin arasında yer alan terör bağlantılı ya da rejim yanlısı yüzbinlerce insan vardı. Bu bize pahalıya patladı ve onlarca bombalı saldırı oldu ülkemizde. Ayrıca vatandaşlarımızın da maddi ve manevi hak kayıpları cabası. Bu işten en çok nemalanan yine içimizdeki hainler oldu.
33 şehit verdiğimiz saldırıların ardından alınan sınır kapılarının açılması kararı da doğru ancak yöntem yine yanlış. Bu yanlış yüzünden insan kaçakçıları aleni bir şekilde plastik botlarla mültecileri Avrupa’ya taşımaya başladı. Öyle bir pişkinlik içine girdiler ki televizyonlara demeç bile verir oldular. Bu da Allah korusun yeni Aylan bebek facialarını meydana getirebilir. O yüzden bir an önce doğru bir yöntemle, sistemli bir şekilde mültecilerin Avrupa hayalinin gerçeğe dönüşmesini sağlamak gerekir.
Bence hem mültecilerin yurda kabul edilmesi hem de sınır kapılarının açılması kararı çok doğruydu ama uygulanan yöntemler yanlıştı. Böyle olunca da olan gene bize oldu/oluyor.
BİZ SENİNLE ÖLÜMÜNE ÖLÜMÜNE
* Al bayrağın özgürce dalgalanabilmesi için,
* Cennet vatan uğruna toprağa düşmüş şehitlerimiz için,
* İlay-ı Kelimetullah için...
VAZGEÇMEK YOK PES ETMEK YOK
* Adana Demirspor lider Hatay ile berabere kaldı ama vazgeçmek yok. İnanıyorum ki bu sene ilk ikiden Süper Lig'deyiz.
* Adanaspor ise kötü gidişe bir türlü dur diyemiyor. İlk maçında kaybetse de Coşkun hoca takıma yeni bir hava getirebilir. Pes etmek yok. Adanaspor'un yeri asla 2. Lig değil ve inanıyorum ki Adanaspor bu sezon ligde kalacak.