9 Eylül Türk Sineması’nın Çirkin Kral lakaplı oyuncu/yönetmen/senaristi Yılmaz Güney’in ölüm yıldönümüydü. Bu kapsamda Türkiye gündeminde Yılmaz Güney’in olması kadar doğal bir şey yoktu. Adana özeline baktığımızda da önce Çukurova Belediye’sinin düzenlediği özel bir program ardından Adana Büyükşehir Belediyesi’nin himayesinde gerçekleştirilen Altın Koza Film Festivali içerisindeki bazı programlarla Yılmaz Güney şehrin de gündemindeydi. Bütün bunlarla birlikte çok kısa bir süre önce 1984 yılında Paris’te Kürt Enstitüsü tarafından düzenlenen programda Yılmaz Güney’in yaptığı konuşmanın yayınlanması yeniden tartışmaları da beraberinde getirdi.
Önce o programda Yılmaz Güney’in uzunca konuşmasından öne çıkan başlıkları okumayanlar için paylaşalım;
"Bugüne kadar bu amaçlar uğruna çok kurban verildi. Daha da verilecek. Biliyoruz ki, kurbansız zafer mümkün değildir. Kan ve ateşi göze almak zorundayız. Soruyoruz: böylesi bir azim ve inatla, böylesi bir inançla dolu bir yüreği susturmak, mümkün mü? Böylesi kararlı ve fedakâr bir halkı yıldırmak ve baş eğdirmek mümkün mü? Asla! Acı, baskı, yoksulluk, kan ve gözyaşı Kürt halkının kaderi değildir. Biz bu kaderi tanımıyoruz. Biz, dört bir yandan işgal altında tutulan bir sömürge ülkenin çocukları değil bağımsız, demokratik ve birleşik Kürt ülkesinin, Kürdistan’ın çocukları olmak istiyoruz. Biz, kendi toprağımızda, kendi dilimizde aşk ve özgürlük türküleri söylemek istiyoruz. Biz, kendi dünyamızı, kendi toprağımızı kendi ellerimizle yoğurmak ve yeniden kurmak istiyoruz. Biz, kendi ülkemizde, kendi bayrağımız altında, özgür ve bağımsız yaşamak istiyoruz.
Bugün Kürdistan’ın çeşitli kesimlerinde, dağlarda, ovalarda, faşist zindanlarda sömürgecilerin baskı ve zulmüne karşı dişe diş dövüşenlerin, dövüşerek ölenlerin amacı da bu. Onları, bütün yüreğimizle selamlıyoruz. Bu uğurda şehit düşen bütün arkadaşlar kalbimizde ve mücadelemizde yaşıyor ve yaşayacaktır. Ne mutlu onlara ki, direnerek öldüler ve bağımsızlık meşalesinin ateşleri oldular. Ne mutlu!
Bileceğiz ki, bağımsızlık mücadelesi bir bütündür. Kimi zaman doğruyu ifade eden iki satırlık bir yazı, bir fikir, yürekleri ayağa kaldıran bir türkünün çığlığı, saza vuran bir mızrap, atom bombasından bile güçlüdür. İşte bu nedenle biz, hayatın her alanında iyi savaşçılar, başarılı savaşçılar olmak ve yetiştirmek zorundayız.
Bizim elimiz hem kalemi, hem makinayı hem de silahı iyi tutmalıdır. Kimi zaman sazımız silah, kimi zaman da silahımız saz olmalıdır. Biz iyi biliriz ki, en iyi türküleri, en doğru sözleri, yerinde kullanırsak bir kurşun gibi söyler.
Dost ve düşman herkes bilsin ki, kazanacağız, mutlaka kazanacağız. Bir köle olarak yaşamaktansa bir özgürlük savaşçısı olarak ölmek daha iyidir. Yaşasın bağımsız, birleşik demokratik Kürdistan..."
Yılmaz Güney’in Türkiye’deki bölgeleri de içine alan bir Kürdistan özlemi ile yaptığı bu konuşmanın kaydı ortaya çıkınca O’nu filmleriyle seven bir kesim de Güney’e karşı mesafeli durmaya başladı. Hâlbuki bilmedikleri bir şey vardı. Onlar gerek yazılı ve görsel gerekse sosyal medyadan öğretildikleri kadar tanıyorlardı Yılmaz Güney’i.
Fakat Güney, siyasi duruşu kadar insani anlamda hayata karşı duruşu nedeniyle de sıkıntılı bir şahsiyetti. Rejisör Çetin İnanç’ın iddiasına göre film çekimleri sırasında alkollü bir şekilde araç kullanan Yılmaz Güney küçük bir kız çocuğunun ölümüne neden olmuş.
Adana’da hâkimi öldürdüğü olayı zaten birçoğunuz biliyorsunuz. O olaydan sonra hapishaneden kaçtığını da…
Kadınlara karşı davranışlarını anlatmaya gerek var mı bilmiyorum. Bir film çekimi sırasında fırtınalı bir aşk yaşadığı Nebahat Çehre’nin kafasına bardak koyarak gerçek silah ve mermi ile ateş açmasını mı dersiniz, Çehre başta olmak üzere birçok kadını darp etmesini mi?
Ne kadar vukuat ararsanız var. Ben bu durumu şöyle değerlendiriyorum; Sadece dışı değil, içi de çirkinmiş Kral'ın(!)…
İyi de, böyle bir insana halk neden/nasıl sahip çıkıyor? Aslında halkın büyük çoğunluğunun sahip çıktığı falan yok. Toplumun algılarını iyi yöneten bir takım çevreler Yılmaz Güney’i siyasi düşüncelerinden dolayı koruyup kolladılar. Bu hala devam ediyor. Güney, muhafazakâr bir düşünceye sahip olsaydı bugün mezarında ters döndürürlerdi.
"Pekiyi; 'Bağımsız Kürdistan' aşığı bir Yılmaz Güney’e özellikle CHP’li isimler ve belediyeler nasıl ve neden sahip çıkıyor? diye soracak olursanız, "Vallahi orasını ben de anlamadım" diye cevap veririm.
Anlayan varsa beri gelsin. Bana da anlatsın. Bir CHP’li Türkiye’den toprak koparma idealiyle 'Bağımsız Kürdistan' hayali kuran birisine nasıl sahip çıkar?