Büyüklerimiz konuşmaya başladı mı; Yoksulduk ama yoksun değildik. Yoksul nedir efendim..? Evinin günlük ihtiyaçlarını karşılamayan veya günlük az bir miktarla geçinen değil mi? Yoksun ise, belli bir şeyin yokluğunu çeken. Bu yoksul insanlar günlük ihtiyaçlarını karşılamak için bir zamanlar bu öncü şehir Adana'nın tarım tarlalarında ekilen pamuğun çapasına gider alır yevmiyesini, daha sonra ise o pamuğu yevmiye ile toplamaya giderdi.
Dün yoksul olan bu kesim en azından gelecekten ümidi vardı. Şimdi ise, İnsansız fabrika, topraksız tarım, yapay zeka ve digital devrim. Her şeyin en az maliyetle en kaliteli üretildiği bolluk çağında yoksunluk. Burada acaba sorun, Yoksullukta mı? yoksa, hızla artan yoksunlukta mı? İnsanlar her gün, bir önceki güne göre daha da yoksunlaşıyor. Çünkü elde ettiğinin bir sonrasını istiyor.
Yoksulluk bir şeyin olmayışı hadi bu anlaşılabilir ama yoksunluk bir insanın bir şey varken o şeyden mahrum bırakılması bu anlaşılabilir, kabul edilebilir bir şey midir?
İnsan yaşamak isteyip de yaşayamadığı her şeyin yoksunudur aslında. Yoksunluk ve yoksulluk arasındaki farkı hayata olan bakışımız ve inancımız belirler. Her şeyi olanın da yoksunluk çektiği, yoksulluğu dahi arar olduğu haller vardır.
Ama bunun yanında insan her şeyin başı sağlık deyip ve inanarak yaşayan bir kalple yaşamalı hayatı. Şöyle bir etrafa baktığımız zaman iki taraflı bir yaşam şekli yok mu ortada? Bir tarafta şatafat, lüks, keyifli bir yaşam içinde yaşayanlar, diğer taraf yoksulluk, yoksunluk ve ızdırap , sıkıntı içinde yaşayanlar. Hani az önce yazdığım bir kesim vardı ya, günlük pamuk toplayan yoksul insanlar,onlar bir ekmek kırıntılarını dahi ziyan etmiyorlardı onlar, o ahlakla yetişmişlerdi ya bugün ekmek kırıntıları nerde hep beraber görüyoruz.
Yoksulluk ile ‘tevekkül köleliğe mahkûmiyet’ aynı oranda artıyor. Bir zamanlar, günlük yevmiye geliri olan bir bey ev hanımı olan bir aile vardı. Bunların evleri de öyle şatafatlı değildi. O evin duvarı kerpiç veya taş, çatısı ise ya çinko veya (Dam) topraktandı, oda her yağmur yağdığında akmasın diye 'loğlanır' dı. Evlerin elektriği suyu yoktu. İnsanlar o köyde mutlu bir şekilde yaşıyorlardı. Bu mutluluk komşuya da yansıyordu . Nasıl mı? Akşam hava karardığında komşusu oğlunun veya kızının eline ‘bir tencere yemek tutuşturur, falanca teyzene götür derdi. Bunu söylerken de kulağına eğilir sessiz söylerdi. Kimse duymasın diye. O zamanlarda yani eski yıllarda da yoksulluk vardı, fakirlik vardı tamam ama Yoksun’luk yoktu.
Hiç bir çocuk aç yatmazdı akşamları. Komşusu açken diğer komşu tok yatmazdı.
Tarlaya çalışmaya ya da eşeğe heybeyi koyup içine su kabaklarını yerleştirip pınara su doldurmaya giden anneler çocuklarını hatta evinin anahtarını konu, komşuya bırakırdı. O zamanlar evler belki ayrı idi ama sofralar birdi. Çocuğunu komşuya bırakan anne ve babanın çocuğumun başına bir şey gelir mi diye endişe duymazdı o yıllar da.
Ya şimdi? Küçük çocuğa bir işyerinde sevinsin diye bir lolipop şekerini veriyorsun küçük çocuk almıyor şekeri , annenin gözünün içine bakıyor alayım mı diye . Dünden bugüne ne oldu bize?
Olan olmayana,bilen bilmeyene borçlu bir dünya. Hepimiz borçluyuz, borcumuzu ödemeliyiz. Hani Şems diyor ya; ”Allah bir kulunu ayağa kaldırmak için başka bir kulunun elini kullanırmış o el sizin eliniz olabilir elini uzatmaktan imtina etme.”
Kalın Sağlıcakla