Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yaptığı son konuşmalarından birinde, medya ile sosyal medyayı değerlendirirken “Gençliğin ahlakı, gençliğin imanı, aile kurumu, dolayısıyla vatanımız çok açık, tehlikeli bir saldırının altındadır. Sanki eğlenceymiş gibi görünen bütün o içerikler, sinsi bir ur gibi milletimizin ve gençlerimizin imanını hedef almaktadır. İşte bu işgal saldırısını da püskürtecek olanlar sizler olacaksınız” sözlerine yer verdi.
Sözlerin “tümünü” ayrı ayrı değerlendirmek yerine, “medyanın, sosyal medyanın” ne denli yaşamımızda yer aldığını, kimlerin/ neden/ nasıl “kötü amaçlı” kullandıklarını/ bunu nasıl başardıklarını irdelemeye çalışacağım! “Eğlenceymiş gibi görünen içeriklerin, sinsi bir ur gibi” nasıl özellikle genç kuşağı biçimlendirdiği üzerinde durmaya çalışacağım.
***
Eğer çocukluktan “eğittiğiniz” gençler, kendilerini üretim/ bilim/ bilgi/ hoşgörü/ duygudaşlık/ paylaşım gibi olgulardan uzaklaştırmışsa, bunun “tek sorumlusu” eğitim sistemidir! “Eğitim” yalnız, “abeceyi” öğretmek/ bir alana toplayıp söylev vermek değildir; onun en güzel sözcükler/ tümceler üretmesi için önü açmaktır, yaşamını özgürleştirmektir, düşüncesinin önündeki cam kırıklarını/ dikenli çalıları/ keskin taş parçalarını kaldırmaktır!
İnsanlarda şöyle bir güdü vardır: boş zamanlarında oyalanmak için uğraşacak “şeyler” ararlar! Bizim çocukluk dönemimizde akşamları sokak lambasının ışığında bilye oynardık örneğin, kız çocukları “evcilik” dedikleri oyunlar oynardı! Bunun dışında kimimiz Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarından okur, kitabın kahramanıyla birlikte heyecanlar yaşardık! Sonra da tutar/ bunları arkadaşlarımıza anlatırdık, anlattığımız arkadaşlar “kitabı” okumak istediklerini söylerdi! Çoğu zaman sınıf öğretmenlerimiz bile çeşitli roman isimleri verir, ders çalışma saatleri dışında okumamızı, kimi zaman okuduklarımızın özetini çıkarmamızı isterlerdi. Sonraları “şimdiki çocuklar harika” diyen Aziz Nesin’i okumaya başladık, daha sonra Orhan Kemal’i, Yaşar Kemal’i…
***
12 Eylül en çok okur/severlere zarar verdi! Okunacak kitapların birçoğu yasaklar arasına girdiği gibi, yaşamın içine sürülen “muzır yayınlar” okuma/ bilme/ öğrenme anlayışını ters/ yüz etti! “Eğitim” de o günden bu yana “ağırlaşarak” öğrenmeye/ bilmeye/ üretmeye değil “şekle” özendirilerek bu günlere gelindi! Bir araştırma yapılsa, son yıllarda ortaöğretim/ üniversite bitirmiş olanlara “bugüne dek kaç roman okudunuz” diye sorulsa, aldığınız yanıtın “hiç” diyenlerle dolu olacağı kanısındayım! Bir de buna milenyumla birlikte yaşamımıza giren internetin/ bilişimin, özellikle bizim gibi az gelişmekte olan ya da gelişmesi engellenmiş ülkelerin “savrulan” gençlerine etkisini düşündüğümüzde…
Birkaç gün önce Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk siyahî devlet Başkan Melson Mandela’nın, “dünyayı değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü silah eğitimdir” sözünü anımsatmıştım! Eğitim “en güçlü silah”! Yirmiüç yıldır “eğitimde” oluşan yara, şu an toplumun içinde bulunduğu durum yaşananların özeti! X, y kuşağı olarak tanımlanan gençliğin büyük bölümünün “ilgi” alanı “sosyal medya”! Bir şeyler öğrenmek, öğrendikleri bilgiyle yaşamlarını “iyileştirmek” yerine; daha birkaç gün öncesine değin kırk yıl hapisle suçlanan Polatların serbest kalması “anlamı” tartışılması gereken sevince dönüştü. Sosyal medya kullanan, hiçbir eğitici yanı olmayan, üstelik “sinsi bir ur” olduğu bilinci kanıksatılmayan içeriklerin, “eğitimde” toparlanma olmadıkça daha da büyük “yaralar” açacağı biliniyor olmalı! Gençliğin kolay para kazanmaya, üretmeden tüketmeye, lüks yaşama özendirilmeye itildiğini görmek zor mu?
Gençliğin/ sosyal medya tutkusunun, eğitimde uygulanacak olan “müfredatla” daha da büyüyeceğini; bilgiden/ üretimden/ hoşgörüden/ duygudaşlıktan/ üretimden uzaklaştıracağını öngörmek o denli zor değil! “Perşembenin getireceği, çarşambadan belli”; bilelim!