Umutsuz, bitkin, bezgin kalmayı kim ister?
Yaşamını sürdüremeyecek denli güçsüz kalmayı kim ister?
Çalışmadan yorgun düşmeyi kim ister?
Aldığını verememeyi, borcunu ödeyememeyi, çocuğunu sevindirememeyi kim ister?
Kimse istemez!
Kimse istemez de neden bu yükselen çığlık, bu kuyrukların uzayıp gitmesi, bu tutunakların el yakması…
Kimsenin diyeceği bir şey kalmamış gibi, kimsenin olanlara engel olma gücü yokmuş gibi; gözler haber kanallarının alt köşelerinde!
Anlık değişen kurun yaşamından ne denli kırpıldığını, emeğinden ne denli çalındığını, ne denli yoksunlaştığını, ne denli yangına iteklendiğini, ne denli o sonuna yetmeyeceğini izliyor!
Bu mekanizmaya yön veren, bu gelişmelerden “en az” zararla çıkışın çabasını verecek olan bir şeyler olmalı…
Ulusal istenç (=milli irade) denen olgunun yapacağı bir şey…
***
Kozan’a her varışımda biraz daha “kabuğuna çekilmiş”, biraz daha yüzler gergin, biraz daha yolları geçilmez gördüğüm çok olmuştu, ama bu daha da başka…
Adana girişinden başlayarak içeriye yol alırken, kaldırımdaki ağaçlar bile hüzünlü…
Ağaçların yaprakları, meyveleri bile bilindik renklerinin yitirmiş!
Sokakta gördüğüm yüzleri demiyorum, ağaçların görünümü bile iç karartıcı…
İnsanlar doymayınca, insanlar istedikleri yaşamın içinde kendilerine yer bulamayınca yüzlerindeki cansızlık, yüzlerindeki edilgenlik, yüzlerindeki solgunluk öyle çok “şey de” kendini gösteriyor ki…
Sokakları her zamanki kadar temiz görmedim!
Irmak Caddesi’nden başlayarak giden yol üzerindeki boş/ terk edilmiş gibi duran yorgun/ soluk yüzlü işyerlerinin dış sıvaları, renkleri, oradan geçenlerde uyandırdığı algı anlaşılmayacak biçimde değil!
***
Akşama dek kaç kişiyle görüştüm, kaç kişinin “sararmış benizli” sözlerini duydum bir bilseniz…
“Kim yaşadıklarından hoşnut” dedim yalnızca…
“Hiç kimse değil” dedi biri! “Hiç kimse! Neden mi? Bu kötü, beceriksiz gidiş onları da sevindiremeyecek! Çünkü kendilerinin sandıklarını taşıyamayacaklar!”
İş yerini çalıştırıyor yıllarca. Bir yanda kömür, bir yanında soba satıyor! Geçtiğimiz yıllarda torbanın altında almayanların, şimdi bir ya da ikiyle yetindiğini, söylüyor!
Bir de “geçtiğimiz yıllarda eski soba isteyeni bilmezdim, bu yıl isteyenin sayısını bilmiyorum, yenilerini de satamıyorum” dedi!
Tanıdığım mahalle bakkalları var, biri aldığını satmak istemediğini, ancak satmazsa da geçimini sağlamakta sorun yaşayacağını, ne yapacağı konusunda ikircik dolu olduğunu belirtti!
Gün içerisinde birkaç kez fiyatların değiştiğini, sattığını yerine koyamadığını söyledi!
***
Yıllardır tanıdığım birinin yanındaydım; her ekonomik sarsıntıda “çıkışın” bir yolunu bulan biri… “Kim hoşnut” dedim…
“Verdiğini alamayanlardanım, nasıl hoşnut olabilirim” dedi!
Olası mı; değil!
Kozan’da iyi iş yapanlardandı. Çiftçiye tohum veriyordu, gübre veriyordu, ilaç veriyordu…
Bulunla da kalmayıp, et/ süt/ yumurta üreticisine yem veriyordu…
Sorun mu? Peşin satışta zarar ettiğini/ zamlara ulaşamadığını, veresiye satışta “tahsilatta” sorun yaşadığını anlattı uzun uzun…
Bu tür ticaretle uğraşanlar, aylar sonrası alacaklarım için “ödeme planları” yaparlar, “alacaklardan” biri/ ikisi aksayınca da “tek ayak” uyuşmuş gibi sendelerler; artık nereye dek “tek ayakla” sekebilirlerse…
“Alacağın borç ödemediği gerçeğini öyle net yaşıyorum ki; adına yaşamak denirse eğer…”
***
En çok “kim hoşnut” diye soruyorum!
Biri “bankalar ile tefeciler; ama onların da işi çok zor” dedi!
Bunca zorlukları salt insanlar aşıyor gibi de; öle değil işte!
Eskiden izlediğimiz kovboy fillerinde, Kızılderililerin “soluk beniz” diye adlandırdığı yüzler vardı; sabah uyanmışlığı taşıyan yüzler için kullanılan…
“Soluk benzin” gülmesi, mimikleri, kızgınlığı bile bilindik bicide değildi!
“Soluk beniz”, daha çok yorgun/ bitkin/ doyumsuzdu!
Karşılaştıklarımda bunları görmek “acıdan” başka ne anlama gelmeli!
Bildiğim birçok işyeri kapalı, birçoklarının kepenk diplerinde tozlar kabarmış, o denli de renkleri “soluk beniz”!
***
Kim isterdi ki işlerinin kapanmasını, dış duvarında tozların kabarmasını…
“Birçok kişi ekmeğini alamıyor” dediğinde biri, “kim” diyemedim! Şaşıramadım! “Olmaz” diyemedim!
Bizde “yönetimler” ne yaparken gerçekten?
Sorsanız destekten/ yardım kapılarından/ hayır çarşılarından söz edecek biliyorum da…
“Bunların hiç birini değil, alım gücü sağlatacak kadar yapacağım iş istiyorum” diyen çoğunu duydum!
Ulusal istencin istediği bu, peki “bu” istenci yerine getirmesi gerekenlerin ortaya koyduğu…
Şimdi gözler kurun çıkışında…