Tarım-Orman Bakanlığı’nın “taklit ve tağşiş” edilmiş ürünlerle ilgili yayımladığı listeyle birlikte öğrendik ki; yediğimiz/ içtiğimiz besinlerin “aslında” tüketmek istediğimiz olmadığını, “içine” aynısı olmasa da benzer ürünlerin girdiğini, “başka” ürünlerle “aynı” tadın/ rengin/ biçimin verildiğini… Yeni mi öğrendik gerçekten? Bunlar birkaç günde, birkaç haftada, birkaç ay olan şeyler mi gerçekten? Yıllardır yok muydu? Yıllardır yediklerimizin, içtiklerimizin içeriklerinde “benzer” karışımlar yok muydu? O “taklit ve tağşiş” ürünleri kimler piyasaya sürdü, kimler insanların tüketmesine göz yumdu?
***
Kırsalda yaşayan nüfus sayısı azaldıkça, halkın tükettiği “besinlerin” de rengi/ biçimi/ tadı değişti; yok demeyin! Köylü toprağını ekerdi, hayvanını beslerdi, “kentin” gereksineceği/ tüketeceği birçok “besin” kırsal bölgelerde üretilirdi! Tarlasına biberini ekerdi kentlinin salçasını yapardı, hayvanını yetiştirir/ sütünü sağar/ peynir yapar kentlinin peynirini sağlardı, buğdayını ekerdi/ fırınlarda “miss” kokulu ekmeklerin kokusu yayılırdı!
Köylüyü köyünde “yaşayamaz” duruma getirir, kırsalda yaşamı zorlaştırır, ekim alanlarından “kentlinin efendisini” çıkarırsanız/ üretme zorluklarına göz yumarsanız/ umursamazsanız olacağı budur! Salçada kiremit tozu, peynirde aklı gelmeyen “tağşişler”, kıymanın içinde istenmeyen karışımlar, balda şekerli su, zeytin yağında özelliğini bozan girdiler… İnsanların “alım gücünün” büsbütün kevgire döndüğü bir süreçte bunun önüne geçemezsiniz!
***
Google üzerinden “şikayet var” diye arar, orada küçük bir gezinti yaparsanız, Tarım Kredi Kooperatiflerinden alınan bazı ürünlerde de “taklit ve tağşiş” olanlardan şikayetlerin olduğunu göreceksiniz! Bir tüketici, zeytinyağında yaşadıklarının ardından “tarım kooperatiflerinin sattığı bütün ürünlere artık kuşku ile bakıyorum” diye yazmış! Bir başkası, kooperatiften aldığı bir doğal zeytinyağlı sabun için "kullanmaya başlar başlamaz vücudumuzda öyle bir koku oluştu ki, hayvan kokusu mu dersiniz, ne derseniz deyin” diye yaşadıklarını anlatmış! Yine bir başkası "asla gerçek zeytinyağı değil, yemeklere lezzet vermiyor, mideme ağrı yaptı” diyerek sağlık sorunları yaşadığından söz ediyor! Peki, biz kime güveneceğiz?
***
Şu an bile piyasada, sosyal medyada, televizyonun ilerleyen kanallarında yirmi kilo zeytin yağının ikibin liraya, beş kilo balın bin liraya, beş kilo sucuğun bin liraya, on kilo peynirin binbeşyüz liraya satıldığına tanık olacaksınız! Üstelik adresleri, telefon numaraları da var; bir de kargo kendilerinden!
Fiyatı piyasa fiyatının üçte biri, beşte biri! Bu ürünler kasaplarda, marketlerde, medyada yer aldığına göre, demek ki alıcısı da var; üstelik “açlık sınırı” altında aylıkla yaşamaya zorlanan ülke nüfusunun büyük çoğunluğu… Baksanıza, satanlar arasında kimler yok ki?
***
İnsanlara sağlıksız, “taklit ve tağşiş” ürünler yedirmemenin “ön koşulu” yurttaşları salt “açlık sınırı” üzerine değil, “yoksulluk sınırı” üzerine çıkarmaktan geçer! Bunun için de, önce yurdumuzun doğal varsıllıklarını/ coğrafi yapısını iyi okumak gerek! Bu yurdun insanları, “bu yurdun varsıllıkları içinde doyabilir mi, doyması için ne yapması gerekir” sorusuna yanıt bulmakla başlar! Verimli toprakları var, işleyecek suyu var, işleyecek insan gücü/ bilgisi var, ancak “gıda ürünlerinin” birçoğu dışalımla yapılıyorsa, bunda yanlış var demektir! Kırsalda yaşayan üreten insanlar kentlere göçe zorlanmışsa, bunda “daha büyük” yanlış var demektir! Bu yurdun çiftçisinin/ köylüsünün/ üreticisinin değil, dışalım yapılan ülkelerin çiftçisinin ürettiği ürünleri tüketen bir toplumun “taklit ve tağşiş” ürünler tüketmesi de bizdeki gibi normalleşir!
Düşünsenize; tadı sucuk ya da peynir, ama içinde ne et var ne de süt! Aylık onikibinbeşyüz lira alan emekli bu ürünlerin “tadını” başka nasıl alabilecek; yanıtınızı merak ediyorum!