‘Doğayı, toprağı, suyu cömertçe kullanarak geleceğin kurulamayacağını herkes gibi sivil toplum kuruluşları da bilmeli.
Bunları korumanın yolu da üniversitelerin ilgili bölüm mezunlarının ‘ilgili alanlarına’ yönlendirilmesiyle olacaktır. Çıkışı ‘yabancı sermayede’ aramaya gerek yok!’ Son yazıyı bu tümceyle bitirmiştim.
Tümcedeki özellikle ‘yabancı sermaye’ konusunda iletiler aldım; neden yabancı sermayeyi istemediğimi, yabancı sermaye düşmanı olup-olmadığımı, yabancının yatırım yapmasının ne zararı olduğunu soran iletiler…
***
İlki: Yabancı sermaye ‘istemezliğim’ diye bir düşünce içerisinde olmadığım gibi, ona ‘düşman’ benzeri bağlar da dediklerimle koşut değil!
İki: Yabancı sermaye, ülke çıkarları açısından değerlendirilerek karar verilecek bir yapılaşma. Salt ‘yabancının’ işletmesini ülkemize konuşlandırması anlamını içermez.
Eğer gelen işletme ülkenin işlenemeyen kaynağını işliyor, ülke insanını bu konuda bilgilendiriyor, ülke insanın yaşam çıtasını yükseltiyorsa buna ne demeli? Üç: Ayrı bir konu da olsa, futbolda geçmiş yıllarda teknik direktör olarak ülkemize gelen Alman Jupp Derwall’ın yalnız Galatasaray’ a değil, ülke futboluna kazandırdıklarını bilmeyen yok!
Bir yabancıydı, birçok konuya bizim gibi bakmıyordu, eğitim anlayışı farklıydı; başarıyordu, başarısı konuşuluyordu, uyguladığı teknik diğer takımları da etkiliyordu. Ülkemiz için kazanımdı…
Dört: Ülkemizin tarım konusunda yetiştirdiği akademisyenini, bilim insanını sokaklarda işsizler ordusu arasına katıp; üniversite yıllarında öğrendiklerini uygulama alanlarında değerlendirmeyip, bunları bölgemizde yapmaları için ‘yabancı sermaye’ arayışına girmenin yanlışlığını vurgulamaya çalıştım!
***
Sözümü yinelemem gerekiyor kanımca: Canlı yaşamının sürekliliği tarımdan geçiyor… Tarımın canlandırılması, toprak üzerinde gördüğümüz-görebildiğimiz ürünün ‘başka’ ürünlere dönüşebilmesi, bunun için ilk üreticilere ‘bilgi’ verilmesi, üreticinin birleşmesinin kolaylaşması, akademisyenlerin bu konularda bilimsel veri donatılması… Önemsenmeli!
Bölgemiz tarım bakımından verimli yapıya sahip olmasına karşın, tarımla uğraşanların yaptıkları ‘işten’ hoşnut olmamasının nedenini ‘hiç’ düşündük mü?
Elbette ‘çok’ düşünülmüştür! Birkaç ay önce narenciye bahçelerinin, üreticisinin durumunu yinelemek istemiyorum; ancak verimin üreticisini sevindirmediğini, bazılarının koca koca ağaçları söktüğünü biliyorum! Yıl içerisinde yaptığı masraf, verdiği emek, beklenti… Hepsi bir araya gelince ‘yaptığı işin’ anlamsızlığından dolayı yıllanmış ağaçları sökenleri…
Şimdi… Buğday hasadı başladı… Yakında onun da ‘yakınmaları’ oluşacak! ‘Alt gübre, üst gübre, bider, ilaç’ denip, bugünkü fiyatı karşılaştırılacak!
Yine tarımla uğraşanların içerisinde önemli bir yeri olan ‘tahıl’ ekim alanları ekicileri her zaman olduğu gibi ‘yaptığı’ işinden hoşnut olmayanlar arasında yerini alacak!
***
Tarım nasıl canlanacak?
İlki: Toprağı, suyu, doğayı zor durumda bırakacak ‘üretim’ biçimlerini gözden geçirilecek.
İki: Bu konuda toprak sahipleri üniversitelerin ilgili bölüm mezunlarını bir danışman, bir öğretici olarak bilmesinin önü açılacak.
Üç: Toprak üzerinde görülen ‘ilk’ ürünün nelere dönüşebileceği, nasıl artı değerler katılabileceği; üreticiyle dönüşüm sürecinin arasındaki anlaşmazlık-bilinmezlik ortadan kaldırılacak.
Dört: Nitelikli ürünler ortaya çıkardıkça önündeki tüm ‘engellerin’ yola, köprüye, havaalanına dönüşebileceğini üreticiye inandırmak.
***
Tarımsal gelişme sağlanmadan yapılan çalışmalar ‘erkenci’ bir bakış! Bölgemizde Mersin Serbest Bölge, Organize Sanayi Bölgeleri gibi üretim bölgeleri olmasaydı yeni yapılan havayolunun, karayolunun, limanın önemi ne denli olurdu?
Şunu diyebiliriz: ‘Bölgemizdeki Mersin Serbest Bölge, Organize Sanayi Bölgeleri’ daha geniş havayolunu, karayolunu, limanı gereksindirmiştir… Tarımda da beklenti bu; yabancı sermaye değil!