Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, son konuşmasında “savaşın bütün dünyayı etkilediği, petrol fiyatlarının arttığı dönemde ülkede yoksulluk varmış gibi operasyon çekenlere karşı bakanlık olarak net bir şekilde operasyon” çekmekten söz edince, kendimi bozuk plağa bağlamış gibi “ülkede yoksulluk yok mu, bunca araştırmalar yalan mı, ekmek kuyrukları boşa mı, çöp karıştıran görüntüler düzmece” mi diye sordum kendime…
Önce “yoksulluğun” tanımını bir yapalım, diyor ki; günlük temel gereksinmelerin tamamını, ya da büyük bir bölümünü karşılayacak gücü, geliri olmama durumu… Temel gereksinmeler derken de yiyecek, içecek, barınma, giyim-kuşam sıralanıyor!
Sorum şu olsun: ülkemizde ne kadar asgari ücretli ile emekli var? Bunların aldığı aylıkla sayılan temel gereksinimler sağlanması olası mı? Özellikle son iki ayda gelen zamlardan sonra, gereksinimler üzerine etkisi göz önünde tutulduğunda, yurttaşlarımız varsıllaştı mı, aynı yerinde mi, yoksa daha da yoksullaştı mı?
Burada “açlık sınırının altında kaldı mı” demiyorum!
Bu soruların yanıtını duymak, “yoksulluk” konusunda düşüncelerimi gözden geçirmem anlamına gelecek; yanıtı kim verecekse, dinliyorum!
***
Gördüğümü anlatmamak gibi, “düşe yatarak” karar vermek gibi bir sorunum yok! Sokakta neyi görmüşsem, birlikte yürüdüğüm neyi anlatmışsa, yürürken nerede çukura düşmüşsem, acısından gözyaşlarını tutamayana ne denli yakın olmuşsam, “yetememenin” verdiği kaygıdan ne denli çok etkileneni bilmişsem…
Konum o, yaşamım o, bildiklerim o, dinlediklerim o, gördüklerim o, etkilendiklerim o, iz bırakanlar o…
Birinin ya da “gücün” peşine takılarak, önce göbekten eğilerek, bildiklerimi görmeyerek, sevdiğime sırt dönerek, yalandan bir yaşamın ardından koşma “yağcılığını/ yalancılığını” hiç yapmadım, yanımda tutmadım, yönümü dönmedim, yakınım görmedim, el-pençe durmadım ki hiç!
Her şeyden önce yaşadığım kenti biliyorum, yaşadığım kentin duyarlı olduğu varsıllıklarını biliyorum, onların çalıştırılmadıklarını görüyorum, sokakların amaçsız dolaşanlardan geçilmediğini gözlemliyorum, her yaşamın içinde bir “koca romanın” saklı varlığını seziyorum…
İşte bunun içinde başta insan var; doymayanı, temel gereksinmelerine ulaşamayanı, şarkı söyleyemeyeni, soğuk havalarda üşüyeni, şeker alamadan eve gideni, sevdiğini sevemeyeni, sabah güneşini istemeyeni, ekmek alamayanı, çocuklarının gözüne bakamayanı, daha niceleri var!
Bakan, “ülkede yoksulluk varmış gibi” mi demişti; yanıtlayayım, “hem de göremediğince, bilemediğince, anlayamadığınca, söyleyemediğince…”
Yok mu?
***
Biz “ülkede yoksulluk varmış gibi” diyen bilmezleri/ yayanları bir yana koyalım; bu ülkede “açlığın” her geçen gün büyüdüğünü yineleyen kamunun araştırma sonuçlarını bilmeyen var mı?
O araştırmalar, araştırmaların o verileri yalansa çıksın biri söylesin, desin ki “bu yapılan araştırma sonuçları var ya, biz ne dediksek düzelttiremedik, hepsi kafalarından uydurma verileri yayınlıyor, hepsi gerçek dışı, açıklanan açlık/ yoksulluk sınır gibi rakamların tamamı yalan-dolan, rakamlar çok abartılı, üstelik asgari ücret alanların da hiç biri şikayetçi değil, herkes işinden/ gücünden hoşnut…”
Haydi, bunları söylesinler de, söylediklerini sokağa dinletsinler de görelim…
Bugün, her ne denli kızılmış olsa da, her ne denli yurttaşların bu çılgınlığı yanlışlarla dolu olsa da, kuyrukların “tek” nedeni, yönetime olan “güvensizlik”!
Nasıl güvenilsin ki; daha kapı girişinde kendi baltalıyor üretimi, dış alım yoluyla getirdiği ürünlerle üreticiyi “üretemez” duruma sürükleyen kendi!
Bizim topraklarımızda ayçiçeği yetişmiyor muydu, onca ekilmeyen alanlar neden boştu, neden “hazırcılık/ yazgıcılık” benimsenir olmuştu, neden üretmeden tüketen duruma gelinmesi ödül gibi sunulmuştu…
Üretmeden, “yoksulluktan” kurtuluşun yolu yok ki!
***
Doğru, Ukrayna-Rusya arasında yaşanan çekişme tüm dünyada petrol fiyatlarını artırdı, ancak “hiç bir” Avrupa ülkesinde bizdeki gibi karmaşaya neden olmadı!
Biri şunu söylesin: dünyada, son onbeşgünde, bizdeki kadar akaryakıt fiyatı artan, yine bizdeki kadar yurttaşı bilinmezliğe sürükleyen bir başka ülke var mı acaba?
Kıskandığımız Avrupa’da, asgari ücretin toplam nüfustaki oranı yüzde onlar bile değilken, bizde asgari ücretli ile alt maaşlıların ülke nüfusunun yüzde yetmişleri bulduğu belirtiliyor!
İki günde bir akaryakıta gelen zammın pazar esnafından her gün işine gitmek zorunda olan emekçiye, dolmuş çalıştıranından tarla eken üreticiye değin her katmanda kaygıları artırdığı, bir yandan da büyüyen yoksullukla birlikte açlık sınırının temel gereksinmelerle makas aralıklarının hiç de “iyimser” bir tablo göstermediğini nereye dek saklanabilecek ki?
Ah, “gözlerinin içine” bakarak peynir gemisi yürünecek olsaydı…
08032022