Adana 1. Mimarlık Festivali’nin cumartesi günkü programında yer alan Adana Alparslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Mimarlık Bölüm Başkanı Doç.Dr. Nur Umar’ın konuşmacı olarak katıldığı paneli izlemek için Çırçır Fabrikasına gittim..
Panel saatinden daha erken gidince öncesinde de Mimar Uğur Tanyeli’nin konuşmasını da izledim..
Mimarlık ve kültür üzerindeki konuşması, bir Etnolog/Antropolog olarak dikkatimi çektiği için dikkatlice takip ettim..
Konuşmanın soru- yanıt bölümünde, bazı mimar ve mimar adaylarının içinde yaşanılan kültürle çatışma ile ilgili sorularına verdiği yanıtlara çok şaşırdığımı söylemeliyim..
Uğur Tanyeli’nin yılların akademisyeni ve mimarı olarak verdiği yanıtlarda, “kültürü çok fazla dikkate almayın”, “kültüre takılmayın” biçimindeki ifadelerini şaşkınlıkla dinledim..
Yaşamın diğer alanları gibi mimari de yapıldığı toplumum kültürüne ters düşme olasılığının olmadığını bilemediği söylemek elbette olası değil ancak, bu denli deneyimli bir akademisyen ve mimar olarak kültürü önemsememek ilginç, ilginç olduğu değin de şaşırtıcıydı..
Yaşamın her alanında, o toplumun kültürüne ter ola şeylerin tutması, benimsenmesi asla olası değil..
Örneğin, bir köyde domuz beslemeniz, domuz kesip yemeniz mümkün değildir..
O köydeki diğer insanlar hem domuz besleyenleri dışlar, hem de domuz beslenmesine son verilmesi için baskı yaparlar..
Uzakdoğu Asya’nın güneylerindeki ülkelerde köpek, fare, maymun gibi hayvanların tüketilmesi bir kültürken, örneğin Türkiye’de bu hayvanları değil tüketmek, tüketmeyi düşünemezsiniz bile..
Çünkü, toplumun kültürü o hayvanların tüketilmesine izin vermez..
Mimarlıkta da durum benzerdir..
Kültür ile mimarlığın ilişkisini, mimarı yapıtlarını toplumun kültürüyle uyumlu olması gerekmektedir.
Bunun en güzel örneği 1970’li yıllarda Doğu Anadolu’da yaşanmıştı..
!976’da Çaldıran’da meydana gelen 7.5 büyüklüğündeki depremde bölgedeki yerleşim yerlerinde büyük yıkıma neden olmuştu.
Çaldıran’da evlerin yüzde 95’i yıkılmıştı..
Yaraları sarmak, insanlar kışın öldürücü soğuğundan korumak için devlet hızla konut yapımına yönelmişti..
Binalar kısa sürede tamamlanmasına tamamlanmıştı ama, yöre halkı tamamlaman evlere girip oturmuyordu..
Yetkililer ne denli uğraşsalar da, insanları evlere girmeye ikna edememişlerdi..
Sonrasında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki antropologlardan konuyu, yurttaşların davranışlarının kökenini araştırmaları istenmişti..
Akademisyenlerde ve öğrencilerden oluşan antropolog heyetinin sahada yaptığı araştırmalardan sonra, neden belirlenmişti..
İnsanlar, tuvaletlerin (onlar ayakyolu diyorlardı) konutun içinde olduğu için evlerde oturmuyorlardı..
Çünkü, toplumun kültürüne göre, konut içinde tuvalet olamazdı. Tuvaletler cinlerin yaşadığı yer olarak kabul ediliyordu..
Dolayısıyla, içinde tuvalet bulunan evleri cinlerle basardı...
Tuvaletler/ hela/ ayakyolu evlerin uzağında, bahçe içinde olmalıydı..
Etnologların belirlediği neden, depremzedelerin evlere girmeyip zor koşullarda yaşamayı yeğlemelerinin kültürel kodunu açıklıyordu..
Yörenin kültürünü bilmeyen, tanımayan, tanımak için de zahmet etmeyen mimar, konutları İstanbul, Ankara gibi kentlerde yapılacakmış gibi tasarlamış, konut içerisinde bir köşeye de tuvaleti yerleştirmişti.
Nedeninin belirlenmesinin ardından, devlet hızla proje değişikliğine gitmiş, konutların içindeki tuvaletleri iptal etmiş, bahçelerin bir köşesine tuvaletler inşa ederek, konutları yörenin kültürüne uygun duruma getirince sorun çözülmüş, insanlar evlerine yerleşmişti.
Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesinde dört yıl akademisyen olarak görev yapan Uğur Tanyeli’nin bu olayı da, mimari yapıtlarında mevcut kültürel kodlara uygun tasarlanması gerektiğini çok iyi bildiğinden kuşku yok..
O nedenle, kültürün önemsenmemesi, kültüre pek fazla takılınmaması gerektiği ifadeleri benim açımdan çok şaşırtıcı sözler oldu.