CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in son açıklamaları, partinin 2028 seçimlerine giderken nasıl bir stratejik bakış açısı geliştirdiğini göstermesi açısından oldukça dikkat çekici.
Özel, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun olası bir cezaevine gönderilmesi senaryosunu artık “olasılık” değil, muhtemel bir gerçeklik olarak değerlendirdiğini net bir biçimde ortaya koydu.
Özgür Özel’in ifadelerine bakıldığında, CHP yönetimi İmamoğlu’nun uzun süre “içeride” kalacağı varsayımı üzerinden yeni bir yol haritası çiziyor.
Özel’in sözleri açık:
"Eğer İmamoğlu içeride olursa, biz durmayacağız.
Otobüsün üstünde olacağız, Türkiye’nin her yerinde olacağız.
İmamoğlu'nu Silivri'de tutarlarsa yüzde 70 ile seçimi kazanırız, anayasayı değiştirir çıkarırız."
Bu sözler sadece bir motivasyon konuşması değil.
Aynı zamanda CHP’nin bir B planı değil, adeta esas planı haline gelen bir senaryonun da itirafı.
Kampanyalar ve Gerçekler Çelişiyor
Burada önemli bir çelişki dikkat çekiyor:
CHP ve geniş muhalefet çevresi bugüne kadar İmamoğlu’na yönelik davaların “hukuksuzluk” olduğunu vurgulayıp, onun siyasetin dışına itilmesini engellemek için kampanyalar yürütmüştü.
Mitinglerin, adalet yürüyüşlerinin temel amacı İmamoğlu’nun siyasette kalmasını sağlamak, “hakkaniyeti” korumaktı.
Şimdi ise, İmamoğlu’nun içeride olacağı bir Türkiye tablosu kabullenilmiş durumda.
Üstelik bu tablo bir zaaf değil, tersine bir "fırsat" gibi anlatılıyor:
İmamoğlu içeride kahramanlaştırılacak, muhalefet bu mağduriyetten rüzgar yaratacak ve iktidar değişecek.
Bu yaklaşım, toplumdaki adalet duygusunun korunması için mi, yoksa bir mağduriyet stratejisine dayalı yeni bir siyasi mühendislik için mi yürütülüyor?
Bu soru, CHP tabanı ve kararsız seçmenler nezdinde tartışılmaya açık.
Riskli Bir Hesap mı?
Özel’in bu “yüzde 70 oy” ve “Anayasa’yı değiştiririz” hesapları elbette ki umut verici bir motivasyon içeriyor.
Ancak siyaset sadece büyük iddialar değil, aynı zamanda soğukkanlı gerçekçilik gerektirir.
- İmamoğlu'nun içeride olması, geniş kitlelerde bir tepki doğurur, evet.
- Fakat siyasi yasaklı bir figür üzerinden kampanya yürütmek, toplumda belirsizlik ve umutsuzluk da yaratabilir.
- Seçim güvenliği ve yargı bağımsızlığı zaten tartışmalı iken, bir “hapiste lider çıkarma” planı daha da riskli bir süreci tetikleyebilir.
CHP eğer gerçekten bir demokrasi mücadelesi yürütüyorsa, hedefi yalnızca sandıkta galip gelmek değil, adaletin ve hukukun üstünlüğünü korumak olmalı.
Yoksa, kazanılan seçimler bile uzun vadede toplumun güven duygusunu yeniden tesis etmeye yetmeyebilir.
Sonuç: Yürüyüş Nereden Başlıyor?
Özgür Özel’in açıklamaları gösteriyor ki CHP yeni bir siyaset tarzı arıyor:
"Her türlü şartta yürüyüşe devam!"
Ancak bu yürüyüşün başladığı yer ile varacağı yer arasında ciddi bir mesafe var.
Eğer İmamoğlu'nun içeride olmasını kader gibi kabul etmek yerine, adaletin işlemesini sağlamak için gerçek bir toplumsal baskı oluşturulabilirse, işte o zaman demokrasi gerçekten güç kazanır.
Yoksa kahramanlık hikâyeleriyle teselli bulmak, uzun vadede sadece sistemin adaletsizliğini normalleştirmek olur.
Türk siyasetinin önünde kritik bir eşik var:
Gerçek değişimi mi arıyoruz, yoksa yeni mağduriyetler üzerinden eski düzenin makyajını mı yapıyoruz?
Bu sorunun cevabı, yalnızca CHP'nin değil, bütün Türkiye'nin geleceğini belirleyecek.
**
Başkan Yavaş'tan örnek bir adım: "İsraf Sayfası"
Türkiye'de kamu kaynaklarının nasıl harcandığı uzun yıllardır bir tartışma konusu. Ne yazık ki bugüne kadar yöneticiler, halkın cebinden çıkan paraların hesabını vermeye çoğu zaman yanaşmadı. Ancak Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, bu konuda ezber bozan bir adım attı.
Büyükşehir Belediyesi'nin resmi internet sitesinde açılan "İsraf Sayfası", kamu kaynaklarının nasıl israf edildiğini net ve somut örneklerle ortaya koyuyor. Sayfada, başta Ankapark'ın astronomik maliyeti olmak üzere, kentsel dönüşüm projeleri ve Ankapark'ın yapım ve dava süreçleri gibi pek çok başlıkta kamuoyunun yıllardır merak ettiği belgelerle açıklamalar yer alıyor.
Özellikle Ankapark dosyası, eski Belediye Başkanı Melih Gökçek döneminde yapılan plansız harcamaların ve kaynak kullanımındaki vahim tablonun anlaşılmasını sağlıyor. Milyarlarca liranın adeta toprağa gömüldüğü, üstelik şehrin acil ihtiyaçlarının göz ardı edildiği bu süreç artık saklanmıyor; halkın gözü önüne seriliyor.
Bu uygulama sadece Ankara için değil, tüm Türkiye için örnek olmalıdır. Belediye başkanlıkları, bakanlıklar ve hatta Cumhurbaşkanlığı dahil tüm kamu kurumları, kendi dönemlerinde yapılan israfları, harcamaları ve sonuçlarını şeffaf bir şekilde halka açıklamalıdır. Bu, demokrasiye ve kamu vicdanına olan borcumuzdur.
Mansur Yavaş'ı bu cesur ve ahlaklı adımı için kutluyorum. Şeffaflık, hesap verebilirlik ve dürüstlük; ülkenin geleceğini aydınlatacak en güçlü ilkeler olacaksa, bu tür uygulamalar her düzeyde çoğalmalıdır. Çünkü unutmamalıyız ki: Kamu malı kutsaldır, onun hesabı da kutsal bir sorumluluktur.
**
Mevlüt Abi'nin Not Defteri
"Papa'nın Serveti: 100 Dolarcık!"
Toprağı bol olsun, rahmetli Papa'nın serveti açıklanmış: Tam 100 dolar.
Evet evet, yanlış okumadınız.
Yıllık 384 bin dolar maaş alıp, bir köşesine bile el sürmeden göçüp gitmiş dünyadan.
Şimdi insan düşünüyor:
Bu mudur yani dünya liderliği?
Bu mudur asırlık Vatikan'ın temsilciliği?
Hele bizim coğrafyadan bakınca insanın içi buruluyor.
Bizim mübarekler böyle bir imkânı ellerine geçirseydi...
Üç beş villayı, birkaç holdingi, küçük bir havayolu şirketini araya sıkıştırır, "birikim" diyerek bırakırlardı ardlarında.
Sonra da çocukları birbirine girer, cami avlusunda yumruk yumruğa kavga ederler, müritlere bedava boks maçı izletirlerdi..
Valla ne yalan söyleyeyim, bizim mahallede böyle birini bulsan, en iyi ihtimalle "enayi" derler.
Düşünüyorum da...
Yahu Papa dediğin, bir elin Vatikan’da, bir ayağın dünya sahnesinde olacak.
Öyle 100 dolarla mı karizma yapılır?
Öyle 100 dolarla mı gövde gösterisi olur?
Bak bizim şeyhlere, hocalara, keramet sahiplerine!
Bir elinde lüks saatler, öbür elinde holdingler, arkada özel jetler...
Üç vakitte bir dua üfleyip, bir apartman dikerler.
Bir sohbet verir, bir ada satın alırlar.
Bir ihlaslı nazar duası okur, ertesi sabah holding yönetim kurulunda bulurlar kendilerini!
Papa garibim, anlaşılan işin inceliklerini pek bilememiş.
Ne arsadan, ne gayrimenkulden, ne dövizden anlamış.
Bir bankada bile “faizsiz katılım hesabı” açtıramamış.
Demek ki her makam, yanında tecrübe de getirmiyormuş.
Vallahi bizden birkaç şeyh efendi, birkaç gönül büyüğü gönderseydik,
Kendisine güzel bir "mali tasarruf eğitimi" verdirtirdik.
Üç ayda Vatikan'ı konut projesine,
Altı ayda Roma’yı site yönetimine çevirirdi.
Tabii şimdi yeni Papa seçilecek. , bari o merhum Papa gibi yanlış yollara sapmasın.
Göndersinler Türkiye'ye.
Şu bizim usta şeyhlerden, kutuplardan, gönül erlerinden biraz ders alsın.
"Para nasıl yenir", "Bağışla servet nasıl yapılır", "İnanmış kitle nasıl organize edilir", usul erkân öğrensin.
Bizimkiler ona bir haftada paranın felsefesini öğretirler.
İkinci haftada üç arsa, beş plaza sahibi olur.
Üçüncü haftada Vatikan'ın bütçesini dörde katlar!
Gelemeyecek ise, :Türkiye’den birkaç “danışman” önerelim.
Ücreti mukabilinde tabii!
Ne de olsa, burada havadan para kazanmanın bile bir fiyatı vardır.
Ne diyelim, yeni seçilecek Papa’ya tavsiyemizdir:
İşin yalnız maneviyatına kaptırıp gitmesin.
Dünyalık da bir yere kadar lazım.
İnsan arada bir servetine bakıp "şükürler olsun" demeli.
Bir eli duada, bir eli banka dekontunda olmalı.
Mevlüt Abi der ki:
"Dünya malı dünyada kalırmış, iyi de bazıları kalacağı yeri önceden hazırlıyor!"