Kündekâri Hazretleri, Bidârkadınefendi’nin koynundan çıktı, şöyle bir gerindi.. Göz ucuyla, mışıl mışıl uyuyan Bidârkadınefendi’ye baktı, “Ne de güzel uyuyor gönlümün sultanı” diye içinden geçirdi. Sabah namazı vakti yaklaşmıştı. Hızla odadan çıkıp apdesthaneye yöneldi.
İhitiyacının giderip rahatladıktan sonra ibrikçibaşına seslendi:
“Tez gelesün bre!”
İbrikçibaşı elinde su dolu ibrikle koşa koşa geldi, başının yere eğdi ve gözlerini yerden kaldırmadan“Emredündevletlü sultanım” dedi..
“Tez ab-ı hayat dökesin!”
İbrikçibaşı usul usul suyu dökmeye başladı. Kündekâri Hazretleri abdestinin aldıktan sonra namazgaha geçerek dini vecibesinin ifa eyledi.
Dini bir vazifeye icap etmenin huzur ile tahtına doğru yürüdü.. Sadrazam Şapur Çelebi tahtının kapısında el pençe bekliyordu..
“Hoş geldünüz, şerefler verdiniz Hünkarımız” dedikten sonra kıs bir süre sustu. Yutkundu. Bir an söyleyip söylememe konusunda tereddüt etti.
Sultan Kündekâri Hazretleri, sekiz kez gönderip dokuz kez geri getirdiği,asla vazgeçemediği sadrazamın bir şeyler söylemek istediğinin anladı. Sadrazamı tepeden tırnağa süzdükten sonra, “Ne söyleyeceksen söyle bre Çelebi” diye ünledi.
“İngilizlerin Payitaht elçisi SirHenryGeorge,devletlü hazretlerinin huzuruna çıkmak için icazet ister. Aşağıda salonda bekletiyoruz Hünkarım.”
Sultan Kündekâri, İngiliz elçisinin adının duyunca sevindi, Elçi efendiyi de, İngilizleri de çok severdi. “Bekletmeyüngetürün misafirimi” dedi.
Sadrazam Şapur Çelebi, “Emredersiniz Hünkarım” dedi ve yüzünü yerden kaldırmadan arka arka yürüyerek tahtı terketti. Bir süre sonra, yanında İngiliz elçisi SirHenry George ile birlikte geri geldi. Kapıya vurup, “Emreylediğiniz üzere SirHenry geldi efendim” dedi. O ara Sultan Kündekâri’nin başıyla onay vermesiyle İngiliz elçiyi içeri aldı, Sultan’ın huzuruna çıkardı. Tam kapıdan çıkıp gidecekti ki, Sultan “Sen de kal Çelebi” diye seslendi.
Sultan Kündekâri, İngiltere ve İngilizlere çok güveniyordu. Onların hükümdarlığının yıkılmasına müsaade etmeyeceklerine inanıyordu. Kendisine bugüne dek çok destek vermişlerdi. Adeta tahtta tutmuşlardı. Nitekim, Bulgar isyanının bastırılmasında da büyük destekleri esirgememişlerdi. Bundan önceki görüşme gibi bunun da dostane ilişkiler üzerinden geçeceğinin düşünüyordu..
Lakin, Sir Henry, öncekinden farklı bir hayli sinirli görünüyordu..
Sultan’ı, Doğu Avrupa’daki ayaklanmalara karşı duyarsız kalmak ve İngiltere’nin çıkarlarının tehlikeye sokmakla suçladı. Oldukça sert bir biçimde, “Ayaklanmayı bastırmak için daha çok gayret göstermelisiniz. Aksi takdirde sizin ve hükümdarlığınız için çok ciddi sonuçları olacaktır” diye konuştu..
Tahtta buz gibi bir hava esmişti. Yıldızlar kararmıştı. Ne Sultan, ne sadrazam, İngiliz elçiye cevap vermediler..
Sultan Kündekâri’nin suratı kıpkırmızı olmuş, gözleri seyiriyordu. Sinirini çekiştirdiği sakallarından çıkarıyordu..
Yoksa İngilizler kendini desteklemekten vaz mı geçmişlerdi, Birileri vasıtasıyla hal mi edeceklerdi.
Sir Henry konuşmasının ardından dışarı çıkarken, Sultan derin bir düşünceye dalmıştı..
Sadrazam Şapur Çelebi’ye eliyle çık işareti yaptı, Sonra tahtına geçip oturdu.
İngiliz elçisinin tavrını ve dediklerini hazmedemiyordu. Aynı zamanda hal edilme korkusu da başlamıştı. Yaveri Arnavut Gani’ye Müneeccimbaşı Hilmi Efendiyi huzuruna getirmesini söyledi.
Bir süre sonra, Yaver Arnavut Gani, Müneccimbaşı Hilmi Efendi’yle birlikte huzura geldi. Sultan, yaverine çık işareti yaptıktan ve kapının kapanmasını bekledi. Sonra, Müneccimbaşı’ya İngiliz elçisinin küstahlığından bahsetti ve “Söyle Hilmi Efendi, yıldızlar benim için ne der! İleride nelerle karşılaşacağım?” diye sordu.
Hilmi Efendi, “Sultanımız çağıyor” dendiğinde konuyu anlamış, yıldıznamesini de yanında getirmişti.
Hemen açıp yıldıznameye bakmaya başladı. Uzun bir süre sessiz kaldı.Ardından yavaş yavaş, sözcükleri seçerek dikkatli bir biçimde konuşmaya başladı. Ne de olsa kellesinin gitmesinin istemezdi:
“Devletlü efendimiz, Hünkarımız, bu olay burada yaşanıp bitecek. Tebaanız bunu duymayacak. Sadrazam hazretlerinin boş bulunup anlattıkları da yıllar içinde bu olayı unutup gidecekler. Bir asır sonra, Serdar, Ayşa, Uğur, Hamza adında dört vefalı genç çıkacak. Sizin, İngiliz Elçisinin bir tokatta yere serdiğinizi anlatacaklar. Bütün dünyaya öyle anlatacaklar. Cümle cihan-ı alem de olayı öyle bilecekler ve sizi bir asır sonra İngilizi bir tokatta yere seren hükümdar ilan edecekler. İki seksen yere uzattı diye bir mesel icat edecekler. Hatta, Sultanımız İngiliz gavuruna nasıl dersini verdi, nasıl bir tokatta yere serdi. İngiliz yattığı yerde kalkamadı. Sultanımız tokadı başka bir şey, cihanın en güçlü lideri olduğu gösteriyor diyecekler, Hünkarımız için nümayişler yapacaklar,Sıbyan mekteplerinde, medreselerde İngilizi nasıl bir tokatta yere serdüğünüzü anlatacaklar. Anma günleri düzenleyecekler. Her genç bir Kündekâri olmak, İngilizleri ve diğer tüm gavur taifesinin bir tokatta yere devirmek isteyecekler. Bugünkünden çok daha güçlü bir hükümdar olacaksınız.”
Bu sözler, Sultan Kündekâri’nin çok hoşuna gitti. Kuşağından çıkardığı bir küçük kese altının müneccimbaşının önüne attı.
Müneccimbaşı bir kese altının aldıktan sonra Hünkara hamdüsenalar yağdırarak huzurdan ayrıldı. Odasına giderken ayakları yere basmıyor, etekleri zil çalıyordu.
Yalnız, müneccimbaşı, Sultan’ın hoşuna gidecek sözleri söylerken, yıldızların yakın zamanda Sultan Kündekâri’nin ataları gibi hal edileceğini söylememişti. Zira, söylese, bir kese altın almak yerine kellesinin gideceğinin biliyordu. Önemli olan altının almak ve kelleyi kurtarmaktı. Öğrendiğinde nasıl olsa iş işiten geçmiş olacaktı.
Sultan Kündekâri müneccimbaşının hal’i ile ilgili hakikatı sakladığını ancak, çok sonra hal edilmek için götürülürken öğrenecekti..