Her ne kadar Türkiye, nüfusunun yüzde doksan dokuzu müslüman olan ülke olarak tanımlansa da, aslında çok dinli insanların yaşadığı bir ülke konumundadır..
Yüzde doksan dokuz’un içerisinde de sünni ve şia anlayışı; onlarında çok farklı mezhepleri, mezheplerlerden yola çıkan sayısın tarikat ve cermaatler var…
Ancak bu denli çeşitliliğine karşın, öyle iddia edildiği gibi nüfusun yüzde doksan dokuzunu oluşturmuyorlar..
İslamiyetin dışında katoliklik, ortodoksluk, protestanlık, yahova şahitleri gibi farklı anlayışlar içinde barındıran hristiyan, musevi dinine mensup insanlar da yaşamaktadır..
Ayrıca son yıllara sayıları hızla artan, artık on milyonlarla ifade edilen deistler bulunmakta..
Yine deizm içinde değerlendirebileceğimiz kadim Türk inancı ve dini Tanrı/Tengri/Göktengri/şaman inancını benimseyenler ve kendilerinin Ateist olarak tanımlayan milyonlarca yurttaşımız bulunmaktadır..
Bu kadar çok inancın bir arada yaşadığı ülkemizde de farklı dinlerdeki, farklı inançtaki insanlar arasında dinsel tartışmaların olması olağan bir durum olmalı..
Dinsel tartışmaların misyonerlik faaliyeti kapsamına girmedikleri sürece ülkemiz için de, yurttaşlarımız içinde hiç bir sakıncası bulunmamaktadır..
Geçtiğimi günlerde, sosyal medyada iki genç kendi aralarında bir tartışma programı çekip yayınlıyorlar..
Bir “şeriatı savunuyor”, diğeri, “şeriata karşı” çıkıyor..
Hani, bizim dönemimizde ilkokullarda ve ortaokullarda “münazara” denilen bir şey vardı ya onun gibi tartışma..
O münazaralarda, öğretmen bir konu belirler, bazı öğrencilere konunu lehinde, bazı öğrencilere karşı görüşler dile getirmelerini, savlarının savunmalarını isterdi..
Hayli de zevkli olurdu bu münazaralar..
İşte iki gencimiz de tıpkı bu münazaralar gibi bir konu üzerinde yamdaş ve karşı görüşleri savunan bir tartışma programı hazırlamışlar, bunu da dijital medyada yayınlamışlar..
Vay sen misin bu yayınlayan demiş devlet baba, tartışmanın bir tarafın hakkında “halkın bir kısmın dini duygularının aşağılamak” suçundan suç duyurusunda bulunmuş..
Devletin laiklik ilkeleriyle yönetildiğinden yola çıkarak şeriatı savunan hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu düşündüyseniz çok yanıldınız..
Laik devlet, şeriata karşı görüş belirten genç hakkında suç duyurusunda bulunmuş..
Aslında hiç olmaması gereken suç duyurusu yapılacaksa, laik devletin laikliğe aykırı, dinsel bir düzen isteyen kişi hakkında suç duyurusunda bulunması gerekmez miydi?..
Anayasa öyle demiyor muydu?..
Devlet, daha doğrusu devletin yönetim kadrolarında görev alanların, yurttaşlar arasındaki dinsel içerikli tartışmalara, sohbetlere hiç karışmaması gerekiyor..
Çok farklı inançlara sahip insanların yaşadığı bir ülkede, dinsel içerikli tartışmaların olması kadar olağan bir şey olamaz..
Kaldı ki, suç duyrusunda bulunulan programda iki genç iki tezi savunarak, kendilerince bir konuda tartışıyorlar, fikirlerinin dile getiriyorlar..
Devlet ille de suç duyurusunda bulunacaksa yalalr karşısında eşitlik ilkesi gereği ikisine de bulunsaydı..
İki görüşün tartışıldığı programda, birisinin savları halkın bir kesimini dini inançlarını aşağılıyorsa, diğerinin de halkın bir başka kesiminin inançlarını aşağıladığı ya da küçümsediği gerçeği ortaya çıkar....
Savların tartışıldığı bir ortamda sadece bir savı savunanın halkın bir kesimini inançlarını aşağılaması söz konusu olamaz..
Laik devletin, şeriatı savunana gösterdiği müsmahayı laik devlet düzenini savunana da göstermesi devletin tarafsızlığı ilkesinin de bir gereğidir.
Anayasa’nın ikinci maddesi uyarınca laik bir hukuk devleti olan Devletin, hangi dinsel inançta olura olsun tüm yurttaşlarına, Anayasa’nın “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinden kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” hükmüne amir onuncu maddesi gereğince eşit davranmak zorundadır.
Anayasa’nın “VII. Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlıklı yirmi beşinci maddesine göre, “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.
Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.”
Üstelik, tartışma programında görüşlerini dile getirdiği için hakkında suç duyurusunda bulunulan gencin bir tarışma programındaki ifadeleri, Anayasa’nın “VIII. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlıklı ve Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet Resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir” hükmünü içeren yirmialtıncı maddesine aykırı bir davranış olarak yorumlamak da olası değil..
Devletimizin ve görevlilerinin her inançtan insanlara eşit mesafede durmalarını, eşiit davranmalrının beklemek her Türk yurttaşının hakkkıdır..
Maarif Modeline evet diyen laikler!
Siyasal iktidar, Türk milli eğitimine yeni bir yön vermek için “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adıyla bir modeli yaşama geçirmeye çalışıyor..
Türkçe “Milli Eğitim” yerine arapça “Maarif” adının yeğlendiği modelle ilgili kamuoyunda bir hayli tepki ve farklı algılar var..
Halkın bir bölümü, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile eğitimin dinselleştirileceğini düşünüyor..
Kamuoyunda yaygın bir başka anlayışa göre, söz konusu model ile okullarda imamların görevlendirilmesinin yolu açılacak..
Çok tartışmalı yeni öğretim programın mimarı Cumhurbaşkanlığı Eğitim Politikaları Kurulu..
Kurulda, Atatürkçü, çağdaş, laik olarak tanınan; Atatürkçü, çağdaş ve laik eğitim kurumlarının başında görev yapan Türk Eğitim Derneği TED Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, Bilkent Üniversitesi Rektörü Abdullah Atalar, Koç Üniversitesi Mütevelli Heyett Üyesi ve eski rektörü Umran Savaş İnan, Eskişehir Teknik Üniversitesi Rektörü Tuncay Döğeroğlu gibi isimler de yer alıyor..
İslamcı kimlikleri ile tanınanların böyle bir öğretim programına imza atmalarının anlıyoruz da, Atatürkçü, laik olduklarının iddia edenlerin imzalamalarını anlaya-mıyoruz..
Yukarıdaki adlar gibi kişillikler, Atatürkçü, Türk milliyetçisi, Türkçü, sosyal demokrat, sosyalist, laik kişiler nezdinde artık hiç bir saygınlıkları olmayan sıradan insanlardır..
Bunun en güzel kanıtını da Fatih Altaylı verdi.
Fatih Altaylı, “müfredat” dediği yeni öğretim programı ile ilgili konuçmak için kendisinin arayan Selçuk Pehlivanoğlu’nu “iktidarın eğitim politikalarına eklemlenmiş hiç kimse ile görüşmem” diyerek geri çevirdi.
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli gösterdi ki, Atatürkçüler, Türkçüler, Türk milliyetçileri, sosyal demokratlar, sosyalistler, laikler, her Atatürkçüyüm, laikim diyene inanmmayacaklar..
Nelerin altına imza attıklarına bakacaklar…
İş insanlarının haber kanalı sevdası
Türkiye’de haber kanallarının sayısı sürekli artıyor..
Televizyon ekranlarında neredeyse her gün yen bir haber kanalı karşımıza çıkıyor..
Mantar gibi çoğalan haber kanallarının çoğunun sahipleri iş insanları.
Ekol TV, haber kanallarının en yenisi. Sahibi ise tanıdık bir isim: Mübariz Mansimov. Mansimov, Azerbaycan kökenli, bir zamanlar ülkemizde hayli tartışılan bir kişiydi. FETÖ’ye yardım suçlamasıyla bir yıl kadar Silivri Cezaevinde kalmıştı. Suç örgütü lideri Sedat Peker, İçişleri eski Bakanı Mehmet Ağar’ı Mansimov’a kumpas kurmak ve sahibi olduğu Yalıkavak Marina’ya el koymakla suçlamıştı..
Tür vatandaşlığına geçtikten sonra Gurbanoğlu soyadının aln Mübariz Mansimon, Türkiye’de en az yirmi üç şirket kurmuş, bir zamanlar Forbes dergisinin dünyanın en zengin beşyüz iş insanı listesinde yer almıştı.
İlişkileri, ticari serüveni iniş çıkışlarla ve bilinmeyenlerle dolu olan Mansimov, İsmail Saymaz’ın medya sektörüne neden girdiği sorusunu yanıtlarken “en azından hakkımdaki asılsız haberlere cevap verebileceğim” ve “Sesimi duyurmak istiyorum” demişti.
Gazeteci Faruk Bildirici, sayıları sürekli artan haber kanalları ile ilgili bir araştırma yapmış.. Bildirici’nin araştırmasına göre, haber kanallarına iş insanlarının akını var. Bildirici’nin saptamalarına göre, yayınculuktan gelen, salt yayıncılık sektöründe olan haber kanalı sahibi bir elin parmaklarının geçmiyor.
Gazeteci Faruk Bildirici’nin derlemesine göre, haber kanallartının sahiplerini şöyle bir listede göstermek olası:
A Haber: Kalyon Holding / Ömer Faruk Kalyoncu
Akit TV: Akit Medya Grubu / Mustafa Karahasanoğlu, Nuri Karahasanoğlu
Bengü Türk: Kutup Yıldızı / Ahmet Turgut (MHP)
Habertürk / Bloomberg HT: Turgay Ciner
CNN Türk: Demirören Medya /Yıldırım Demirören
EKOTÜRK TV: Cengiz Özdemir / Ahmet Faruk Karslı
Ekol TV: Palmali Holding / Mübariz Mansimov
Flash Haber TV: Göktuğ Multimedya / Eser Göktuğ Okan ve Özge Göktuğ Güleç
Haber Global: Elnur Abdullayev, Mammad Gulmammadov (Azerbaycan sermayesi)
Halk TV: Cafer Mahiroğlu
Kanal 7/ Ülke TV: Beyaz Holding / Zekeriya Karaman
NTV: Doğuş Holding / Ferit Şahenk
KRT TV: Fırat Bozfırat
Sözcü TV: Mega Ajans / Burak Akbay
TV Net: Albayrak Medya grubu
TV100: Gülseven Medya Grubu / Necat Gülseven
TGRT Haber: İhlas Medya Grubu / Mücahid Ören
Tele 1: Tele 1 Prodüksiyon / Merdan Yanardağ
TV5: Anadolu Radyo ve Görüntü Hizmetleri (Saadet Partisi)
24 TV: Türk Medya / Zeki Yeşildağ
Ulusal TV: Adnan Türkkan (Vatan Partisi)
Bildirici, haber kanallarının sahiplerini konusunu şöyle yorumluyor:
“Görüldüğü gibi, son yıllarda haber kanalı sahibi olan bazı işinsanları öyle bilindik isimler de değil. Aniden ortaya çıkıp, televizyon sahibi oluyorlar; hatta ortalığa para saçıp ‘Medya Grubu’ kuruyorlar. Bazılarının arkasında farklı isimler olduğu söyleniyor ama doğrulanamıyor da.
Böyle olunca da şeffaf ve güvenilir olması gereken habercilik, şaibeli bir alana dönüşüyor. Aniden milyonlar yatırıp medya sektörüne giren bu işinsanlarının amacı halkın doğru bilgilenmesini sağlamak, haberciliğin kendi kalitesini artırmak olamaz. ‘Sesini duyurmak’ dedikleri, haber kanalı üzerinden güç ve prestij devşirme...
Bildirici’nin değerlendirmelerine katılmamak mümkün değil..
Eğer doğruysa çok iyi hareket
Kurban Bayramında, sosyal medyada bayram tatilinde Suriye’ye giden Suriyeli sığınmacılarla ilgili bir haber dolaştı..
Haberin kaynağı Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad gösteriliyordu..
Paylaşımlara göre, Esad, ”Türkiye’den Suriye’ye bayram ziyaretine gelen hiç bir vatandaşımızı Türkiye’ye geri göndermeyeceğim. Bütün yetkiyi İçişleri Bakanımıza verdim” diye açıklama yapmış..
Doğru olduğu pek düşünmüyorum ama, doğruysa muhteşem bir hareket olduğunu değerlendiriyorum..
Öyle ya, sen savaş var diye bir başka ülkeye sığınacaksın, bayramlarda savaş yokmuş gibi ülkene gelerek bayram yapacaksın..
Dediğim gibi, gerçekse çok iyi, hatta olağanüstü muhteşem bir uygulama..
Suriyeli sığınmacıların, bayramlara ülkelerine gidip bayram yapmaları, tatil yapmaları, bayramdan sonra savaş var diye geri Türkiye’ye gelmeleri yıllardır Türk halkının büyük tepkisini topluyordu..
Dediğim gibi doğru olduğuna inanmıyorum, inanamıyorum..
Adam milyonlarca yurttaşının yükünden kurtulmuşken, böyle bir karar alması hiç de inandırıcı gelmiyor..
Umarım yanılıyorumdur..
Yanılmış olmayı gönülden diliyorum..