Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar siyasal yaşamında tutarlı bir kişi..
Çizgisinde kırık olmayan ender siyasetçilerimiz arasındadır..
Şahsen tanışıklığımız yok ama, gençlik yıllarından beri ideolojik mücadelenin içinde olan biri olarak Karalar'ın 12 Eylül öncesi ve sonrasındaki mücadelesini biliyorum..
CHP'nin bugünkü İl Başkanı Mehmet Çelebi gibi siyasal çizgisinde sapma olmadı..
İnandığı yolda siyasal mücadelesini sürdürdü ve bugünlere geldi..
Bundan sonra da aynı çizgide yürüreceğinden hiç kuşku yok ama, etrafında bir tehlike dolanmaya başladığı da dikkat çekmeye başladı..
Özellikle Büyükşehir Belediye Başkanı olduktan sonra, bazı kişilerin "kur yaptığı" kişi oluverdi..
Halbuki, bu kişiler Seyhan Belediye Başkanlığı, ondan öncesinde İl Başkanlığı döneminde Karalar'a hiç tanımıyorlardı..
Ne zaman Büyükşehir Belediye Başkanı oldu, geçmişte Fetöcü oldukları bilinen bazı kişilerin ilgi odağı oldu..
Şimdilerde Zeydan Karalar'ın yakın çevresine girmek için uğraştıklarını görüyoruz..
Gerçi bizim gördüğümüzü, sayın Zeydan Karalar'ın kendisi de görüyordur..
Kimi Karalar'ı ziyaret edip, geçmişte SHP'nin kazandığı başarılar ve başarısızlıkları sözde "uyarı" için tablo haline getirip, Başkana armağan ediyorlar..
Halbuki, amaçlarının uyarı olmadığı, Karalar'a yaklaşmak için bir çok yapmacık bir girişim olduğunu onları tanıyanlar biliyor..
Başkanın tabloyu alıp asma talimatı vermesini umutları yeşertme olarak tanımlayarak Karalar'a şirinlik yapıyorlar..
Tıpkı, geçmişte bir başkanvekilini aldıkları gibi, Karalar'ı da avuçlarının içine almaya çalışıyorlar..
Karalar, bu tür kişilere çok dikkat etmeli..
Kendisine bir armağan getirdiklerinde mutlaka bunun karşılığını isteyeceklerini hiç aklından çıkarmamalı..
Hatta, randevu talebi geldiğinde, randevu isteyenlerin geçmişte Büyükşehir Belediyesi ile herhangi bir bağ kurup kurmadığını, özellikle başkanvekili ile yönetildiği süreçte Büyükşehir Belediyesi ile ne tür bir ilişki içerisine girdiklerini araştırdıktan sonra talebi yanıtlamasını öneriyorum..
*******************
Rakı kebap ve balık içkisi değildir
Adanamızın, her yıl artan kısıtlamalarla karşılaşan eski adıyla Kebap Rakı Festivali yeni adıyla Şalgam Kebap Festivali var..
Engellemelere karşın, bu güzel festivali kutlayan Adanalılar eminim bu yıl da festivalini kulayacak..
Ancak, festivalle gündeme gelen bir yanlışı da vurgulamak lazım..
O da, rakının kebap ve balıkla içilen bir içki olmadığı gerçeğidir..
O aslında bir meze içkisidir...
Rakı’ya ‘milli içkimiz’ deriz de, çoğumuz onun nasıl, neyle, ne zaman, kimlerle içileceğini, birçok ritüeli olduğunu bilmeyiz.
Rakıya kebap eşlik eder mi? sorusunun yanıt”Hayır”dır.
Ya balığa ne dersiniz? Onun da yanıtı aynı. Rakı masasında ne kebap ne de balık yenir.
Çünkü rakı aheste aheste içilir. Her yudumun tadı çıkartılır. Bu işlerin erbabı olan Aydın Boysan rakı içmeyi şöyle tanımlar: “Semaverin üstünde demlenen çay gibi, meyhanede ağır ağır, sindire sindire demlenilir.”
Adabıyla içenler, ilk dubleyi 45 dakikada, ikincisini bir saatte tüketirler. Kimi, bu sürede birkaç leblebi, birkaç ‘çatal ucu’ peynir, bir dilim lakerda yer.
Ahmet Rasim, “Bir lüfer balığının yanağıyla yüz dirhem rakı içilir” diyerek, rakının yemek içkisi olmadığını, çatal ucuyla idare etmek gerektiğini çok güzel anlatmıştır.
Bir kebapçıya gittiniz. Eğer önden gelenler sizi kesmediyse bir de Adana ısmarladınız. Kebap, yağları cızırdayarak önünüze geldi. Bir yudum rakı, bir çatal kebap...
Sonra rakının en önemli eşlikçisi olan sohbete giriştiniz.
Vakti geldi. İkinci yudum, ikinci çatal kebap...
Üçüncü yudumdan sonra kebabın yağı donmaya başlar. Siz kadehin yarısına gelmeden, kebap soğur, yağı donar, lezzeti kaçar.
Kebabı sıcak yiyeyim, rakıyı da o hızda içeyim derseniz, hem hızlı sarhoş olursunuz, hem de rakıya hakaret edersiniz.
Gelelim balığa...
Bir lüfer ızgara söylediniz. Rakıyı yudum yudum içer, lüferi de aynı yavaşlıkta yerseniz, balık soğur, tadı tuzu kaçar, yenmeyecek hale gelir.
Balığı sıcak yiyeyim, rakıyı da o hızda tüketeyim derseniz, yine aynı sorun. Geceyi sarhoş bitirirsiniz. Ayrıca rakının sert alkolü, balığın narin etinin lezzetini almanızı engeller, yani birbirleriyle uyuşmazlar.
Özetlersek, kebap ve balığın yenme hızıyla rakının içilme hızı birbirine uymaz.
Rakı sadece çilingir sofrasında, küçük tabaklardaki mezelerle keyif verir. Farsçada, ‘tadılacak yiyecek’ anlamına gelen meze faslına girmeden önce, çilingir sofrası hakkında bir-iki kelime etmek gerek: Çilingir sofrası tabirinin, padişahın yemeklerini tadan çeşnici başından geldiği söylenir. Bu sofrada mezeler, küçük tabaklar içinde ortaya konur; Herkes bir parçasını kendi tabağına alırmış.
Rakının vazgeçilmez mezesi beyaz peynirdir. Kimileri üstüne biraz kekik, kırmızı biber koydurur.
Kavun da rakının değişmez mezeleri arasında. Lakerda, çiroz, tarama, Rum pilakisi, salatalık turşusu, üstüne limon sıkılmış turp dilimleri ve zeytinyağlı sarma da rakı masalarının olmazsa olmazlarıdır...
bundan iki yıl önce Aşçılar Milli Takımı, Türkiye’nin farklı yörelerinden derlenmiş 1515 farklı mezeden oluşan ‘Binbir Meze Sofrası’ kurup dünya rekoru kırdılar.
Ama unutmamak lazım ki rakı masasının en önemli mezesi dost sohbetidir.
Vefa Zat’ın bu konuda “Mezelerde çeşni arandığı gibi, sohbet konularında da tat aranır, çeşni aranır. Rakı aheste aheste yudumlanırken, dostluklara yelken açılır” diyor.
Yani, rakı yemek değil meze içkisidir…
Rakının meze içkisi olduğunu Osmanlı döneminde İstanbul'daki seyyar meyhaneler çok iyi biliyordu.. Tarihçi Reşat Ekrem Koçu, çoğunlukla Ermeni bu seyyar meyhanecileri şöyle anlatır:
“Bellerine ucu musluklu ve içi rakı doldurulmuş uzun bir koyun barsağı sararlar, sırtlarında cüppeye benzer bir üstlük, iç ceplerinde bir kadeh, omuzlarına da alameti farika olarak bir peşkir atarlardı. Müşterileri yalın ayaklı, yarım pabuçlu kayıkçılar, hamallar ve uşaklardı... Kuşağının altından musluğu açar, kadehi doldurur, müşteriye içkiyi sunardı. Ayaklı meyhanelerin cömertcesi, cebinden iki üç leblebi çıkarır ve müşteriye ikram ederdi...”