Günümüzde yerel yönetimlerin asli görevi, halkın doğrudan hayatını etkileyen sorunlara çözüm üretmek ve yaşanabilir kentler inşa etmektir. Bu bağlamda Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, göreve geldiği günden bu yana sergilediği performansla sadece altyapı değil, aynı zamanda toplumsal dayanışma ve kültürel kalkınma anlamında da önemli adımlar atmıştır.
Bazı siyasetçilerin ve gazetecilerin eleştirilerine rağmen, bizler bu şehirde yaşayan yurttaşlar olarak yapılan hizmetin günlük yaşamımıza yansıyan olumlu etkilerini birebir deneyimliyoruz. Geçmiş dönemlerde yaz aylarında tozdan, kış aylarında ise çamurdan adeta hayatın durduğu mahalleler bugün pırıl pırıl caddelere, düzenli bir altyapıya ve temiz sokaklara kavuştu.
ASKİ, en küçük su ve kanalizasyon problemlerine dahi hızlıca müdahale ederek vatandaş mağduriyetini en aza indiriyor. Bu, sadece teknik bir başarı değil; aynı zamanda bir yönetim anlayışının, yani vatandaşı merkeze alan bir belediyeciliğin ürünüdür.
Bunlarla da kalınmıyor. Başkan Karalar döneminde düzenlenen şenlikler, festivaller ve kültürel etkinlikler, Adana’nın toplumsal dokusunu güçlendiriyor. İnsanlar artık sadece fiziki değil, sosyal anlamda da kendini şehrin bir parçası olarak hissediyor. Tarihi yapılar hızla restore edilerek yeniden hayat buluyor, şehrin belleği korunuyor. Sayısı her geçen gün artan kütüphaneler ise gençlerin bilgiye erişimini kolaylaştırıyor, eğitimde fırsat eşitliğini destekliyor.
Tüm bu gelişmeler ışığında şunu açıkça söylemek gerekiyor: Zeydan Karalar, Adana’da yerel yönetimin nasıl olması gerektiğine dair başarılı bir model sunuyor. Eleştiri elbette demokrasinin gereğidir ancak hakkı teslim etmek de bir o kadar değerlidir. Adana’nın değişen çehresinde onun imzası vardır ve bu emek, sadece eleştirilmekle değil, aynı zamanda takdir edilmekle de karşılık bulmalıdır.
**
CHP mitingleri ve Türk demokrasisi
Demokrasiler sadece sandıkla, seçimle işlemez.
Bir demokrasinin canlı kalması için halkın meydanlara inebilmesi, sözünü korkusuzca söyleyebilmesi, iktidara da muhalefete de açıkça taleplerini dile getirebilmesi gerekir.
Bu açıdan bakıldığında, Cumhuriyet Halk Partisi'nin son dönemde gerçekleştirdiği mitingler, yalnızca bir partinin gösterisi değil, aynı zamanda Türk demokrasisinin kendine gelme çabası olarak okunmalıdır.
CHP mitingleri, sadece kendi seçmenine değil, toplumun farklı kesimlerine de bir mesaj veriyor:
"Bu ülkede söz söylemek hakkı yalnız bir zümreye ait değildir. Halk, taleplerini meydanlardan da haykırabilir."
Özellikle ekonomik sıkıntıların arttığı, özgürlüklerin daraldığı bir dönemde CHP’nin meydanları doldurması, Türkiye’de demokratik siyasetin hâlâ yaşadığının en somut göstergelerinden biridir.
Çünkü mitingler, yalnızca iktidara muhalefet etmek değil, aynı zamanda yurttaşın kendini ifade etme kanallarının hâlâ açık olduğunu göstermek demektir.
Bu mitinglerin Türk demokrasisine etkilerini birkaç başlıkta toplayabiliriz:
1. Toplumsal Muhalefeti Meşrulaştırıyor
Sadece sosyal medyada değil, sokakta da ses çıkarılabileceğini hatırlatıyor.
Muhalefetin, yalnızca iktidar karşıtlığı üzerinden değil, alternatif çözüm önerileriyle de sahada var olabileceğini gösteriyor.
2. İktidar-Muhalefet Dengesi Açısından Hayati
Bir ülkede iktidar ne kadar güçlüyse, ona karşı denge oluşturacak muhalefetin sesi de o kadar gür çıkmalıdır.
CHP'nin mitingleri, bu dengenin tesis edilmesine katkı sağlıyor.
Unutulmamalı ki, güçlü muhalefet olmayan bir ülkede güçlü demokrasi de olmaz.
3. Halkın Siyasal Katılımını Artırıyor
Siyasi süreçlere sadece sandıkta değil, meydanlarda da katılmak, yurttaş bilincini güçlendirir.
CHP’nin kitlesel buluşmaları, halkın siyasetle bağını diri tutuyor, "biz de varız" duygusunu pekiştiriyor.
4. Demokratik Gelenekleri Hatırlatıyor
Türkiye geçmişte çok güçlü mitingler geleneğine sahip bir ülkeydi.
İster 1946 sonrası çok partili hayatın ilk mitingleri, ister 1980 öncesi kitlesel eylemler olsun...
CHP’nin bugünkü mitingleri, o tarihsel birikimi bugüne taşıyor ve halkın demokratik reflekslerini taze tutuyor.
Elbette ki meydanların dili sadece kitlelerin çokluğuyla değil, orada dile getirilen taleplerin samimiyetiyle de ölçülür.
Önemli olan, bu mitinglerin sadece bir “gösteri” değil, ülkenin ortak sorunlarına gerçekçi çözümler sunan bir umut çağrısı olabilmesidir.
Türkiye, gerginliklerden, kutuplaşmalardan fazlasıyla yoruldu.
Mitingler, eğer halkın adalet, özgürlük ve refah taleplerini ortak bir zeminde buluşturabiliyorsa, işte o zaman gerçekten demokratik bir işlev kazanır.
Sonuç olarak;
Bugün CHP’nin mitingleri, Türk demokrasisinin hâlâ nefes aldığını gösteriyor.
O nefesi güçlendirmek de, sadece bir partinin değil, bu topraklarda özgürce yaşamak isteyen herkesin sorumluluğudur.
**
Adana'nın Düşüş Günlüğü/ Bölüm 1: Bir Bakan Gelmedi
Bir kentin kaderini değiştirecek şey bazen bir liman, bazen bir tren yolu, bazen de sadece bir koltuktur: Bakanlık koltuğu.
Adana, yıllardır siyasetin kulislerinde dolaşan ama hiçbir zaman merkezine oturtulmayan şehirlerden biri. Büyükşehir, evet. Potansiyel, sınırsız. Ama Ankara nezdinde etkisi, sanki sıradan bir kasaba kadar bile değil. Bakanlar gelir geçer, ama Adana’ya sadece bayraklı araçların arka camından el sallarlar. Bir protokol öğle yemeği, bir fabrikaya kısa ziyaret, sonra hop, Mersin’e ya da Antep’e.
Peki, neden yıllardır Adana’dan bir bakan çıkmaz?
Bu sorunun cevabı her seçim döneminde sorulur, sonra cevapsız kalır. Parti fark etmeksizin tüm iktidarlar Adana’yı el altında tutmayı tercih etti. Oylar alınır, sözler verilir, sonra da unutulur. Adana’nın sesi yüksek çıkar, ama duyulmaz. Çünkü bu şehrin temsilcileri bile çoğu zaman Ankara’ya gitmeyi, Adana’da kalmaya tercih etmiştir.
Sonuç mu?
Havalimanı Mersin’e taşınırken kimse “durun” demedi. Şehir içi trafik her geçen gün kilitlenirken Ulaştırma Bakanlığı'nın radarına bile girmedik. Yeni yatırımlar Gaziantep’e, Konya’ya, Kayseri’ye akar gibi akarken, Adana yine “bir dahaki sefere” listesine alındı.
Bir dönemler Çukurova’dan çıkan ses, ülkenin siyasetine yön verirdi. Şimdi o ses sadece yerel radyolarda çalınan arabesk parçalarda yankılanıyor.
Bir bakan gelmedi… Ama belki bir gün gelir mi?
Bu yazı dizisi boyunca göreceğiz: Adana gerçekten düşüyor mu, yoksa birileri bu şehri yere itip üstüne basarak mı yükseliyor?
**
Mevlüt Abinin Not Defteri
"İkramiyeyle Bayram mı, Tatil mi, Dünya Turu mu?"
Sözcü gazetesi sağ olsun, şimdiden Kurban Bayramı heyecanına kapılmış.
Daha mayıs ayındayız ama haberler, "zamlı ikramiye müjdesi" diye göbek atıyor.
Buyurunuz:
Emekliye 4 bin TL,
Ölüm aylığı alanlara duruma göre 3 bin, 2 bin, 1 bin TL!
Vallahi insan bu rakamları görünce bir an aklı karışıyor.
Acaba bu ikramiyelerle sadece kurban mı kesilecek, yoksa küçük bir ada mı alınacak?
Hemen kafamda canlandırıyorum:
Emeklimiz ikramiyesini alınca soluğu Antalya’da bir ultra lüks otelde alıyor.
Beş yıldızlı kahvaltı büfesinde sucuklu yumurtanın, pastırmalı böreğin tadına bakıyor.
Öğlen havuz kenarında meyve kokteylleri...
Akşam da zengin açık büfede yedi çeşit et yemeği...
Yetmedi mi?
Olur, olur...
Ardından Yunan Adaları turu başlıyor!
Mykonos, Santorini, İbiza...
Kaptan "emekliler hazır mı?" diye soruyor, herkes şezlongundan el sallıyor!
Tabii bu manzaralar Sözcü’nün veya yandaş gazetelerin çizdiği tabloda oluyor.
Gerçek hayat başka...
Gerçek hayatta emeklimiz 4 bin lirayı görünce önce bir bakkal defterine bakıyor.
Sonra doğalgaz, elektrik, su faturalarını üst üste koyuyor.
En sonunda da "Kurbanı unutalım da, bari bir kilo et alalım" noktasına geliyor.
Fakat moral bozmaya gerek yok!
İyi tarafından bakalım:
Dört bin lira ile bu sene en azından kurbanlık koçun...
...ufak bir bacağını alabilecek hale gelmişiz!
Ölüm aylığından gelen bin lirayla da belki küçük bir ciğer parçası alınır.
Kavurma değil de, kavurmalık niyetine...
Mevlüt Abi der ki:
"İkramiye büyük: Hayali kurbanlık kuzu, tatil cenneti, ada turu...
Cebindeki para küçük: Bakkal borcu, fatura kuyruğu, umut dolu gözyaşı..."
Ama olsun...
Ne demiş atalarımız:
"Ümidi kesmek imanın şartı değildir."