AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Kürşat Zorlu, dün. Çarşamba günün yayımlanan “Yörük Türkmenliği de bölündü” başlıklı yazım için aradı.Konuyla ilgili görüşlerinin dile getirsi, karşılıklı görüşlerimizi dile getirdik.
Sayın Zorlu ile kouşmamız, benim açımdan doyurucu ve aydınlatıcı bir konuşma oldu.
Yıllardır Türk dünyası ile ilgilenen; siyasal çalışmalarının yanında akademik çalışmalar da gerçekleştiren Kürşat Zorlu’nun bölgemizde yaşayan Yörük Türkmenlerin sorunlarının da, Yörük Türkmenleri temsil iddiasındaki dernekler arasındaki bölünmenin de farkında loduğu anlaşılıyordu. Zorlu, tespit edilen sorunların çözümüm için girişimlere başlayacağının, bundak sonraki şenliklerin birlik ve beraberlik içinde, bütünleştirici bir nitelikta yapılamsı için çaba harcayacğının ifade etmesi memnunuiyet vericiydi.
Yörük Türkmenlik gibi etnisiteyi ön plana çıkaran ifadelere karşı da aynı düşündüğümüz, aynı pencereden baktığımı gördüm..
Gerek Çukurova’daki yürük türkmenlerin sorunlasrı ve ayrışmaları kmonusıunda, gerek yıllarının verdiği türk dünyası sorunları konusunda çözüm yollarını en kısa zamanda bulacağına ve uygulamaya geçireceğine gönülden inanıyorum.
**
Kamu görevlisi mi, siyasetçi mi?
Son zamanlarda dikkatimi çeken bir durum var: Bir kentte, en üst düzey kamu görevlisinden, il müdürlüklerindeki isimlere kadar pek çok kamu yöneticisi, adeta bir siyasetçi gibi sahnede. Hemen her gün — bazen günde iki ya da üç kez — servis edilen basın bültenleri, düzenlenen ziyaretler, törenler, protokol fotoğrafları, hatta sosyal medya kampanyaları... Sanki herkes bir yarışta, herkes bir vitrin derdinde.
Oysa bu isimlerin görevi, siyaset yapmak değil; kamunun ihtiyaçlarını karşılamak, görev alanlarındaki hizmetleri düzen ve disiplinle yürütmek.Ancak gelin görün ki birçoğu, son yerel seçimlerde adım attıkları siyaset sahnesinden hâlâ inememiş gibi.Seçim sonuçları açıklanalı aylar oldu ama bazıları hâlâ kendilerini "aday" sanıyor.
Kamu görevi, görünürlükle değil, işlevsellikle değer kazanır.Elbette kamu görevlileri halkla iç içe olacak, ama bu temas; objektiflere değil, hizmete dönük olmalı.Her gün protokol gezileri, açılışlar, ziyaretler yapmak yerine; masa başında, sahada, planlamada, denetimde, halkın gerçek sorunlarıyla meşgul olunmalı.
Kamu görevinden beklenen bu değil.Kamu görevlisi, görev yaptığı kurumun vizyonunu geliştirir, hizmet üretir, halkın taleplerine çözüm üretir.Görev alanı dışında poz verme, göz boyama, günlük alkış toplama yarışına girmemelidir.
Bazı yöneticiler belli ki son seçim sürecinin etkisinden hâlâ kurtulamamış.Belki aday adayı oldular, belki adaylıkları konuşuldu… Şimdi de o atmosferin alışkanlığıyla her gün bir sahne, her gün bir vitrin peşindeler. Ama unutmamaları gereken bir şey var:
Sahne ışıkları geçicidir. Kalıcı olan, hizmettir.
Kentlerin sorunları pozlarla çözülmüyor.Alt yapı, istihdam, trafik, tarım, eğitim gibi derinleşen konular, günü kurtaran PR çalışmalarıyla düzelmez.Kentin her mahallesinde hissedilen sorunlar, gerçek bir yönetişimle çözülür.
Kentlerimizin, ülkemizin şovmen kamu yöneticilerine değil, görev bilinciyle çalışan, halkın derdine derman olan isimlere gereksinimi var. O yüzden diyorum ki;
Artık siyasete selam durmaktan vazgeçin. O günler geride kaldı.
Bulunduğunuz makamlar, siyaset değil, kamu hizmeti için var. Unutmayın: Siz seçilmediniz, atanarak geldiniz. Ve size düşen, siyasetin değil, halkın sesi olmak
**
“Bugün Benim Günüm!" Enflasyonu
Türkiye’de enflasyon yalnızca ekonomide değil, belirli gün ve haftalarda da hız kesmeden sürüyor. Takvimi elinize alın, her günün üzerine üç-dört farklı "önemli gün" yazabilirsiniz: Dünya Simit Günü, Yerel Tohum Haftası, Uluslararası Nezaket Günü, Hayal Kurma Günü… Say say bitmiyor.
Ancak sorun, bu günlerin fazlalığından çok, bu günlerin kent yöneticilerine yüklenmesi. Sektörle uzaktan yakından ilgili olan herkes ellerinde çiçek buketi, kurum logolu dosyalarla soluğu vali, kaymakam, belediye başkanı ya da il müdürlerinin makam odasında alıyor. Ve klasik cümle başlıyor:
“Bugün bizim günümüz…”
Ziyaretin gerekçesi ne olursa olsun, sonuç değişmiyor: Makam sahiplerinin mesaisinden yarım saat, bir saat, bazen daha fazlası gidiyor. Kentin öncelikli sorunları mı?Onlar bir başka güne kalıyor. O gün “Tıbbi Sekreterler Günü” çünkü. Ya da "Ağaçların Ruhunu Anlama Haftası".
Elbette meslek gruplarının, sivil toplumun, çeşitli sosyal temaların görünürlük kazanması güzel.Ama bu görünürlük, kamu yöneticisinin kapısını çalmakla mı olur?Üstelik bir günde üç ayrı meslek grubu, aynı valinin kapısında sıraya giriyorsa burada ciddi bir “gün” israfı olduğu ortada.Bu ziyaretlerin neredeyse protokol turizmine döndüğü anlar yaşanıyor.
Özellikle yerel yönetimlerin ya da merkezi idare temsilcilerinin görevleri arasında “her güne anlam yükleyen derneği ağırlamak” gibi bir madde bulunmuyor.Onlar bu makamda kente hizmet için bulunuyor. Sizin “önemli gününüz” onun yoğun gündeminden daha önemli değil.
Bu durum o kadar büyüdü ki, çözüm önerisi bile merkezi yönetimden geldi geçtiğimiz yıllarda: Genelgeyle kamu kurumlarına “belirli gün ve hafta ziyaretleri”nin sınırlanması tavsiye edildi. Ama kim dinler? Kapıdaki buketle gelen dernek başkanı “Biz sadece beş dakikanızı alacağız” diyor ama o beş dakika, ardında üç başka ziyaret daha getiriyor.
O yüzden diyoruz ki:
Günler sizin, haftalar sizin; alın kutlayın, anın, paylaşın… Ama kent yöneticilerinin kapısını biraz rahat bırakın. Onların kutlama mesajından çok, alt yapı sorunlarına, eğitim kalitesine, trafik sorununa çözüm üretmeye vakti kalsın.
Kutlamak istiyorsanız, sosyal medya orada.Basın açıklamanız varsa, basın orada.Ama makam mesaisi, lütfen gerçek sorunlara ve kent yönetimi için yaspılması gerekenler için kalsın.
**
Mevlüt Abinin Not Defteri
"Basın Toplantısı mı Dediniz? Onu Ben de Yaparım!"
Eskiden basın toplantılarının bir tadı vardı be kardeşim... Tıpkı demli çay gibi, içindeki limonu çıkarılmış bir çorba gibi... Hani şu medya leşkerleri vardı ya – evet evet, o gazeteci tayfası – basın toplantısında öyle bir sorardı ki, ter içinde kalırdın.Soru sormakla kalmaz, öyle ters köşeye yatırırlardı ki, toplantıya başladığına pişman olurdun.“Keşke mail atsaydım da açıklama diye yırtsaydım” noktasına gelirdin.
Şimdi? Hah! Basın toplantısıymış... Şirketin CEO’su, kurumun başkanı, vakfın yöneticisi, kimse fark etmez... Sahneye çıkıyor, salonu kendi çalışanlarıyla dolduruyor. Gazeteci yok, soru yok, risk sıfır! Her şey önceden yazılmış, planlanmış, “sorulmasın da ne denirse densin” formatında ilerliyor. Yayın da kapalı yayında, içeriden alkış, dışarıya montaj... Sonra hop, basın bülteni gazetelere servis! Buyurun, yayınlayın!
Yahu madem soru sorulmayacak, madem her şey tek taraflı olacak, o zaman ben de yaparım basın toplantısı.Ne var yani? Geçerim mikrofonun başına, “Bugün Mevlüt Abi olarak sizlere kalite ve güven inşa etmenin sırlarını açıklayacağım” derim. Soran mı var? Yok. Cevap veren? O da yok. “Bir örnek verir misiniz Mevlüt Bey?” diyecek bir gazeteci de olmayınca, al sana mükemmel bir toplantı.
Bence bir plan yapayım. Evde salonu hazırlarım. Arka fonu da yazıcıdan çıkarırım: “Mevlüt A.Ş. – Kalite ve Güvenin Adresi.” Torunları çağırırım, bir iki “bravo dedem” alkışı alsam yeter. Basın toplantım viral olur, kim bilir, belki bir gün beni de “duayen konuştu” diye haber yaparlar.
Nereye geldik be dostlar... Eskiden medya vardı, şimdi dekoru var. Eskiden basın vardı, şimdi basın bülteni... Ama üzülmeyin, Mevlüt Abi hâlâ burada. Gerekirse ilk gerçek basın toplantımı balkonumda yaparım, siz yeter ki mikrofonu uzatın!