Kurban Bayramı öncesi TBMM’den sessiz ama derin yasa maddeleri kabul edildi.. Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilen yeni yetkilerle, artık cezaevlerinden gençlik merkezlerine, yurtlardan sağlık kurumlarına kadar uzanan bir "manevi rehberlik" ağı kuruluyor. Kağıt üstünde şık bir ifade: “Kırılgan gruplara manevi destek.” Ama satır aralarına iyi bakmak gerekiyor.
Bu yeni düzenleme, yalnızca bir kamu hizmeti genişlemesi değildir. Bu, devletin tarafsız olması gereken alanlara dini otoriteyi daha da sokması, laik cumhuriyetin sınırlarının bir adım daha geriye itilmesidir. Ve bu düzenleme, anayasanın 2. maddesinde hâlâ yer alan o çokça hatırlatılan “laiklik” ilkesine doğrudan meydan okumaktadır.
Tam da bu noktada Türkiye Halk Temsilcileri Meclisleri Gericilikle Mücadele Komitesi’nin açıklaması bir uyarı sireni gibi çaldı: “Dikkat edin! Bu iş sadece din hizmeti değil, laikliğe atılan yeni bir zincir halkasıdır.”
Sessiz sedasız geçen yedi maddelik yasa teklifine karşı bu denli güçlü ve sistematik bir karşı duruş, siyasetteki çoğu aktörden hâlâ gelmedi. Açıklamada özellikle vurgulanan tehlike şu: Din hizmetleri adı altında kurulan bu yeni sistem, gençlerin, kadınların ve göçmenlerin zihin dünyasına sistematik bir ideolojik şekil verme aracı haline dönüşebilir.
Laiklik, sadece devletin camiye, kiliseye, cemevine mesafesi değil. Aynı zamanda annenin kızını korkmadan okula gönderebilmesidir. Genç bir kızın yurt ararken tarikat kapısına düşmemesidir. Bir çocuğun zihninin bilimin ışığında şekillenmesidir.
Daha da açık konuşalım: Bu bir sosyal mühendislik projesidir. Tıpkı geçmişte tarikatların yurtlar üzerinden oluşturduğu paralel eğitim ağı gibi, bu sefer bizzat devlet eliyle yürütülen, resmileştirilmiş bir “inançla şekillendirme” politikasıdır.
Şimdi buradan açık açık soralım:
Ey muhalefet partileri, özellikle CHP!
Bu açıklamayı okudunuz mu?
Bu yasanın anlamını sadece teknik bir değişiklik mi sandınız?
Laikliği sadece nutuklarda mı savunacaksınız, yoksa bu yasaya karşı hukuki ve siyasi bir mücadele mi vereceksiniz?
Buradan muhalefete net bir çağrı var. Özellikle CHP’ye:
Laikliğe sahip çıkmak, sadece Anıtkabir ziyaretleriyle, kürsü konuşmalarıyla olmaz. Bu açıklamaları “okuyup geçmek” değil, yol haritasına dönüştürmek gerekir.
Eğer gerçekten laiklik savunulacaksa:
- Bu yasaya karşı Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılmalı,
- Meclis komisyonlarında bu tarz tekliflere karşı uzmanlarla birlikte kamuoyunu aydınlatıcı direnç sergilenmeli,
- Ve en önemlisi, gençlere sadece “laik cumhuriyet”i anlatan değil, ona neden ihtiyaç duyduklarını gösteren somut bir yaşam vizyonu sunulmalıdır.
Çünkü laiklik soyut bir ilke değil; bugün hâlâ barınma sorunuyla boğuşan bir üniversite öğrencisinin yurt seçeneğini, doğuda bir kadın doğum doktorunun şiddet görmeden mesleğini icra edip edemeyeceğini, göçmen bir çocuğun hayatının kim tarafından şekillendirileceğini belirleyen somut bir zemindir.
THTM'nin açıklaması sadece bir uyarı değil, aynı zamanda bir pusuladır. Yolu şaşıranlara yön gösteren bir belge.
Bu ülkede laiklik elden giderse, bunun faturasını önce kadınlar, sonra gençler, sonra hepimiz öderiz.
Artık bu ülkede kim laiklik için gerçekten mücadele ediyor, kim sadece poster taşıyor; bunu görme vaktidir.
**
İştei THTM Eğitimde Gericilikle Mücadele Komitesi’nin Açıklaması
“DİYANETE TANINAN YENİ YETKİLER, KAMUSAL YAŞAM ÜZERİNDEKİ TARİKAT AĞIRLIĞINI ARTIRMAYA YÖNELİKTİR!
Geçen hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda, Diyanet İşleri Başkanlığı’na yeni yetkiler tanıyan yasa teklifinin 7 maddesi kabul edildi.
Buna göre, Diyanet’e bağlı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü, öğrenci yurtları, eğitim kurumları, gençlik merkezleri, cezaevleri, sağlık kuruluşları, sosyal hizmet kurumları gibi alanlarda manevi danışmanlık ve din hizmeti sunmakla görevlendirildi. Kurumun özellikle gençler, kadınlar ve kırılgan gruplar (göçmenler, bağımlılar, afetzedeler) üzerinde dini rehberlik hizmetleri sunması da düzenlendi.
Günümüzde Diyanet’in yapısı, 1924 yılında kurulduğu dönemden çok farklıdır ve tamamen tarikatların güdümündedir. Bunun sonucu olarak da sıklıkla toplumda tepki yaratan fetva ve uygulamalarıyla gündeme gelmektedir. Durum böyleyken, Diyanet’in kamusal yaşam üzerindeki etkisinin genişletilmesi, laiklik ilkesine karşı yeni bir tehlikedir.
Ayrıca TBMM’de kabul edilen yasa, Diyanet’e “sakıncalı” bulduğu Kuran meallerini toplatma, imha etme ve internetten yayımlananlara ise erişim engeli getirme yetkisi veriyor. Doğrudan dini hayat üzerinde tekel kurma, baskı ve sansür anlamına gelen bu uygulamalar, düşünceyi ifade etme özgürlüğüne engel olma girişimidir.
Üstelik bir yayın hakkında denetlemeyi Diyanet’in Din İşleri Yüksek Kurulu’nun yapacağı ve bu kurulda cemaatlerin etkisinin bulunduğu göz önünde bulundurulursa, söz konusu yasa nedeniyle tarikatların toplum üzerindeki baskısının artacağı açıktır. Çünkü sonuçta dinin resmi bir ideolojiye göre “sakıncalı” ve “makbul” diye ayrıştırılması sonucu doğacaktır.
Laiklik ilkesinin demokratik yönetimin vazgeçilmez bir unsuru olduğu bir gerçektir. Devasa bütçesiyle gericiliğin yayılmasına hizmet eden Diyanet’in yetkilerinin genişletilmesi, AKP’nin siyasal İslam ideolojisinin yaygınlaşmasına hizmet amacı taşımaktadır. Bu konuda Türkiye’nin ilerici ve cumhuriyetçi güçlerini uyarıyor, gericiliğe, baskıya, sansüre, tarikatlara HAYIR diyoruz!
THTM Eğitimde Gericilikle Mücadele Komitesi”
**
Tatlıda tehlike var ama kimin tatlısında?
Kurban Bayramı yaklaşırken sofralar şenlenir, evler misafir dolar, şerbetli tatlılar da baş köşeye kurulur. Ama bu yıl tatlılarla gelen haberler mideyi değil, kafayı bulandıracak cinsten. Çukurova Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Işıl Var, yaptığı araştırmayla baklava, lokum, cezerye ve halka tatlılar gibi bayram klasiği olan ürünlerde ciddi mikrobiyolojik kirlenmelere rastlandığını açıkladı.
Koliform bakteriler, maya, küf... Bunlar hijyenin pek de yerinde olmadığını gösteren bakteriler. Hadi onları geçtik. Asıl tehlike, araştırmaya göre 20 baklava örneğinin 5’inde dışkı kaynaklı E.coli bakterisi bulunmuş olması. Halka tatlılarda ise gıda zehirlenmesine yol açan Staphylococcus aureus bakterisine rastlanmış. Özetle, bayramın keyfi kaçabilir.
Ama burada durup düşünmek gerekiyor. Sayın hocamız çok kıymetli bir bilimsel çalışma yapmış. Elbette bu tür uyarılar önemli, elbette halk bilinçlendirilmeli. Fakat açıklamada eksik olan çok kritik bir detay var: Bu bakteriler hangi firmaların ürünlerinde çıktı?
Şimdi soruyorum: Bu bilgiler olmadan biz, tüketici olarak neyi nasıl önleyeceğiz? Kimi almayacağız? Kime güveneceğiz?
İnsan sağlığını doğrudan ilgilendiren bir konuda, sadece “bazı ürünlerde tehlikeli bakteri var” demekle yetinmek, ne yazık ki halkın gerçek anlamda korunmasını sağlamıyor. Tüketici, hangi markadan uzak duracağını bilmeli ki tedbir alabilsin. Yoksa bu açıklama yalnızca bir “korkutucu bilgi” olarak kalıyor, halk da “okur geçer.”
Akademik etik önemli elbette, ama halk sağlığı daha da önemli. Eğer o ürünleri yiyen bir çocuğun, yaşlının ya da hassas bir bireyin başına bir şey gelirse, sorumluluk yalnızca üretici firmada mı kalır?
Şeffaflık güven yaratır. Halk, kendisini riske atan üreticileri bilmek ister. Hangi markalarda E.coli bulunduysa, hangi tatlıda mikrop yuvası varsa açıklanmalıdır. Kimseye iftira atılsın demiyoruz ama analiz edilen 50 örneğin içinden çıkan markalar net biçimde paylaşılmalı ki uyarı yerini bulsun.
Aksi halde bu açıklama bir akademik öyküolarak kalır kalır. Dikkate almadan okur geçersin. Oysa bayramda hepimizin tatlı yemeye, ama güvenle yemeye hakkı var. Öyle değil mi sayın Işın Var?
Tatlı yiyelim, ama zehirlenmeyelim.
**
Mevlüt Abi’nin Not Defteri (2050 Özel)
Kurban Bayramı 2050 – Et Paylaşım Simülasyonu
Yasaklı fikir üreticisi, Et Paylaşımı Aktivisti, Retro Buzdolabı Koleksiyoneri Mevlüt Abiniz olarak 2025’den 2050’ye bir ayna tutmak istedim. Kurban Bayramları neye evrilmiş görelim dedi. Gelin birlikte bakalım aynada neler görmüşüm..
Yıl 2050...
Et artık sadece protein değil, stratejik bir meta.
Marketlerde et değil, "et deneyimi" satılıyor.
Bim yerine “Etcoin Market”, kasap yerine “Kırmızı Proteincisi” var.
Ve en önemlisi: Kurban Bayramı artık Metaverse ortamında, Et Paylaşım Simülasyonu olarak kutlanıyor.
Vatandaşlar kurban kesmiyor;
Avatarları, devlet tarafından lisanslanmış sanal danaları kesiyor.
Kesim işlemi “Diyanet Cloud” üzerinden canlı yayınlanıyor.
Başta muhterem kayınvalide olmak üzere herkes gözyaşları içinde izliyor:
“Oyy o et benim buzluğa düşecek ya Rabbim!”
Ama et kesmek yetmiyor artık, önemli olan onu sanal ortamda doğru kişilere paylaştırmak.
“Fakirlere gönder” butonuna basanlar, sistemde puan kazanıyor.
Ama bu puanlar yalnızca buzdolabının içini değil, kalbini de dolduruyor mu?
Orası meçhul…
Rus gelin hâlâ sistem dışı.
Sanal ortamda yine itiraz ediyor:
“Ama bu et fakire gitmedi, sizin VR dolabınıza gitti!”
Ve sistem anında devreye giriyor:
UYARI: Gavur algoritması tespit edildi. Lütfen inanç filtresi takınız.
Diyanet’in Metaverse şubesi “DiyanetVR” hemen açıklama yapıyor:
“Buzluk fakiri de fakirdir. Allah sanal dolabı boş bırakmasın.”
Bu arada, gerçek dünyada da hâlâ bir kısım halk sokakta...
Et görmemiş çocuklar hologramlara baka baka büyüyor.
Mahalle bakkalı hâlâ "eskiden kurban kesilirdi" deyip nostalji yapıyor.
Ama kimse oralı değil çünkü herkes sanal gerçeklik gözlüğüyle Kurban Et Partisi 2050 yayınına odaklanmış.
Mevlüt Abi ne yapıyor bu sırada?
Elinde eski bir buzdolabı fişiyle meydanda geziyor, bağırıyor:
“Ey ahali! Etin hayrı kasaptan değil, paylaşmaktan gelir!
Et simülasyon değil, dayanışmadır!
Buzdolabınızı değil, yüreğinizi açın!”
Sonra geliyor bir zabıta dronu:
“Halkı geçmişle kışkırtmak suçundan gözaltına alınıyorsunuz.”
Ve Mevlüt Abi dosdoğru Adalet ve Denge Bakanlığı'na götürülüyor.
İfade verirken son cümlesi şu oluyor:
“Et bozulur, ama vicdan donmaz. Bu millet buzdolabına kurban edilmesin evlat!”