Sanatçı Volkan Konak’ın uçmağa varışı, insanların ölüm sonrası haklarını ve vasiyetlerinin yerine getirilmesi konusunu yeniden gündeme taşıdı..
Sadece kendilerinden değil diye Volkan Konak’ın ölüsüne bile hakaret eden siyasal islamcıların, ibretle izlediğimiz kendi inandıkları dinin ölüm sonrası ile ilgili hükümlerini bile yok saymalarını bir yana bırakalım, insanların ölüm sonrası ile ilgili vasiyetlerine ve gömütlük olayına bir bakış atalım..
Volkan Konak’ın öldükten sonra toprağa gömülmek yerine cesedinin yakılarak küllerinin Karadeniz ve Trabzon üstüne savrulması vasiyeti, gelişmelere gösterdiği üzere yerine getirilmedi.
Volkan Konak, kendi istediği biçimde değil, zorla islami yöntemle gömüldü. Önce İstanbul’da bir camiye götürüldü, orada bir imam cenaze namazı kıldırdı. Aynı ritüel memleketi Maçka’da da yinelendi. Ardından gömütlükte yüzü Suudi Arabistan’a dönük olarak toprağa koyuldu ve başında bir imam arapça ayetler okudu. Defin işleminin tamamlanmasının ardından gömütün başına giderek Volkan Konak’ın cesedine “sana melekler sorduğunda rabbim Allah, dinim İslam, peygamberim Muhammed, kitabım Kur’an” de diye öğüt verdi...
Halbuki, Volkan Konak bunların hiç birini istemiyordu..
Sadece cesedinin yakılmasının ve küllerinin Karadeniz ile Trabzon’un üstüne serpilmesinin vasiyet etmişti..
Ancak, her insanın hakkı olan vasiyet hakkı ne yazık ki, vasiyeti yerine getirmesi gereken kurumlar tarafından çiğneniyor, yok olarak kabul ediliyor. İnansan da inanmasan da bir müslüman olarak toprağa vermek istiyorlar.. Ona zorluyorlar..
Aslında bu tutum, Cumhuriyetimizin insanlara tanıdığı vasiyet hakkının gasp edilmesinden başka bir şey değil.
Volkan Konak son örnek olacak.
Ondan önce de benzer vasiyetleri gasp edilen, yok sayılan ve istemedikleri biçimde toprağa verilen insanlar bulunmaktadır.
Siyasal İslamcıların, kamunun cesedin yakılması ile ilgili vasiyetleri yok kabul etmelerinin kabulü mümkün değildir. Onların, insanları öldükten sonra bile inanmadıkları bir inancın ritüellerinin dayatılması insan haklarına aykırı bir durumdur.
Yakılma vasiyetlerinin yerine getirilmesinden kaçınılması bazı soruları doğurmaktadır:
Türkiye’de cesedinin yakılmasını vasiyet edenlerin istekleri niçin (hangi gerekçelerle) yerine getirilmiyor; bu durum anayasaya, evrensel insan hak-özgürlüklerine (kişinin devredilemez haklarına) aykırı değil midir?
Yurttaşların son arzuları, anayasasında hâlâ “laik-hukuk devleti” olduğu vurgulanan Türkiye’de, hangi ideolojik nedenlerden dolayı uygulanmıyor?
“Yeni Türkiye”de teokratik devletin dinsel ritüelleri- yaptırımları mı referans alınmakta, yoksa “Eski Türkiye”nin laik anayasal kuralları mı geçerli olmaktadır?
Türkiye'de vasiyeti gereği cenazesi yakılan müslüman kişiler var mıdır?
Türkiye’de öldükten sonra cesedin yakılmasının önünde hukuksal hiçbir engeli bulunmamaktadır.
1930’da kabul edilen bir yasayla bu yetki, belediyelerin sorumluluğunu bırakılmıştır. Zincirlikuyu Mezarlığı'nda o tarihte kurulan ilk krematoryum, kısa süre sonra istek gelmediği gerekçesiyle yıkıldı.
Bugün hiçbir belediye binlerce yurttaşın yazılı başvuru-imzasına karşın, yeni bir krematoryum kurmaya yanaşmamakta; dinci dayatmalar yüzünden tüm yurttaşlar arzu ve iradeleri dışında dinsel bir gömme işlemine/ritüeline zorunlu olarak tabi tutulmakta; bu nedenle anayasal tüm meşru yurttaşlık hakları tam bir keyfilik-hukuk tanımazla çiğnenmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti yasaları cesedin yakılmasın izin vermektedir. 1930’da Refik Saydam’ın Sağlık Bakanlığı döneminde hazırlanan ve 24 Nisan 1930 Kabul Tarihli, 6 Mayıs 1930 tarihli 1489 Sayılı Resmi Gazete’ta yayımlanan 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun halen yürürlükte olan 224’üncü maddesi, yakma işlemini gerçekleştirileceği yakma fırınlarının (kremasyonları) yaptırma görevinin belediyelere vermiştir.
Söz konusu madde hükmü şöyledir:
“Madde 224 – Ölülerin yakılması için fenni usulü dairesinde fırınlar yaptırmak istiyen belediyeler evvel emirde bu hususta Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletine (Sağlık Bakanlığı) müracaat ederek hazırlattıkları projeleri tasdik ettirip müsaade aldıktan sonra tesisata başlıyabilirler.”
Hukuksal bir hak olan yakma olayı neden uygulanmıyor, belediyeler gömütlüklere yakma fırınları (kremasyonlar) neden kurmuyorlar, yasa hükmünü neden yerine getirmiyorlar?
Bu soruların yanıtı, Türkiye’de egemen olan ve atesit, deist, şaman, pagan, budist kısacası islam dışı inançlara mensup insanları ille de müslüman olarak gömeceğim diyen anlayışın yerleştiği 1950’lerden geliyor..
1931’de Atatürk’ün talimatıyla İstanbul’da kurulan kemetaryom, daha sonra yakma talebi olmadığı gerekçesiyle yıkılmıştı.
Aslında o gerekçe öylesine bir gerekçeydi, asıl gerekçe, devletin 1950’de ezanı da Türkçe’den Arapçaya çeviren Demokrat Parti ile kremasyon karşıtı politika benimsemesiydi..
Gümünüzde uydurma gerekçe de ortadan kalkmış durumda. Çok sayıda yakma başvurusu olmasına karşın, belediyeler kremasyon kurmamakta ve yakma olayını gerçekleştirmeye yanaşmamaktadır.
1950’den farklı olarak günümüzde ülkemizde on milyonlarca Göktengri/Şaman, Budist, Taoist, Konfiçyüsist, pagan ve ateist insan bulunmaktadır.
Belediyelerin kurmakla yükümlü oldukları gömütlerde yakma dahil, insanların sağken inandıkları inançlar doğrultusunda gömülme ve yakılma haklarının kullanmalarının sağlamak için acilen önlemler almak zorundadırlar..
Her gömütlükte mutlaka yakma fırınları yapılmalı, gömütlüklerde, Müslüman, hıristiyan ve Yahudiler için yer ayrılması gibi Göktengri/ Şaman, Budist, Taosit, Konfiçyüçist, pagan ve ateistler için de ayrı ayrı bölümler ayrılmalıdır.
Ancak bu biçimde, insanların öldükten sonra inanmadıkları ya da mensubu olmadıkları dinin törenleriyle, ritüelleriyle gömülmesi, vasiyet hakkının kullanılması, toprakla kendi inanç ritüelleriyle buluşması sağlanabilir..
Bütün bunların insanların temel hakkıdır.
Türkiye’de de yasalarla hüküm altına alınmıştır..
O halde, belediyeler acilen 1950’lerden gelen dinsel baskıdan kurtularak insanların temel ve anayasal haklarını kullanmalarını sağlamak için harekete geçmeliler..
Öncü hangi belediye olur bilmem ama, benim gönlümden geçen Adana Büyükşehir Belediyesi’nin vasiyet hakkının kullanılmasında, temel insan hakkının yerine getirilmesinde, insanların öldükten sonra da kendi inancının ritüelleriyle toprağa verilmesinde öncü olmasıdır.