MHP, Zafer Partisi ve İYİ Parti: Türk Milliyetçiliğinin Geleceğinde Kim Baskın Olacak?
Türk siyaseti, tarihsel olarak milliyetçilik ekseninde şekillenmiş ideolojik kırılmaların ve yeniden yapılanmaların sıkça yaşandığı bir zemindir. Bu ideolojik hattın son yıllardaki temsilcileri olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Zafer Partisi ve İyi Parti, hem ortak bir ideolojik geçmişten beslenmekte hem de birbirlerinden farklı stratejilerle seçmene hitap etmeye çalışmaktadır. 2023 ve 2024 seçim süreçlerinin ardından bu üç partinin Türk milliyetçiliği üzerindeki etkisi yeniden tartışma konusu olmuştur. Bu yazı, milliyetçi siyasetin geleceğinde hangi partinin daha baskın bir aktör olabileceğini analiz etmeyi amaçlamaktadır.
1. MHP: Devletin İçinde Kalmanın Gücü, Sokağın Uzaklığı
a) Tarihsel Meşruiyet ve Kurumsal Hafıza
MHP, 1969'dan bu yana Türkiye’de Türk milliyetçiliğinin en istikrarlı temsilcisi olmuştur. Parti, özellikle güvenlik ve beka konularında “devlet aklı” ile özdeşleşmiş, 2016 sonrasında ise Cumhur İttifakı üzerinden iktidarın en yakın ortağı haline gelmiştir.
b) Güçlü Devlet, Zayıf Siyaset
Devlet içinde etkinliği artmasına karşın, parti tabanında belirgin bir dinamizm kaybı gözlenmektedir. Özellikle genç kuşakta, MHP'nin dili ve pozisyonu “statükocu” ve “pasif” olarak değerlendirilmektedir. Parti, uzun süredir büyük söylemsel yenilikler sunmamakta, milliyetçiliği daha çok kurumsal devamlılık üzerinden temsil etmektedir.
c) Gelecekteki Rolü
MHP’nin Türk milliyetçiliği üzerindeki etkisi kısa vadede sürecektir, ancak bu etkinin toplumsal değil kurumsal düzeyde kalacağı öngörülebilir. Devlet içindeki etkisini kaybetmediği sürece siyasal etkinliği nispeten korunabilir, ancak sokaktaki heyecanı yakalayabilmesi zor görünmektedir.
2. İyi Parti: Merkez Sağda Sıkışan Milliyetçilik
a) Liberal-Merkez Sağla Milliyetçiliği Harmanlama Girişimi
İyi Parti, MHP’den kopan milliyetçi demokrat bir damarın temsilcisi olarak 2017'de kuruldu. İlk yıllarında merkez sağ ile milliyetçiliği birleştirme konusunda umut yaratsa da, zamanla bu pozisyonunu netleştirmekte zorlandı.
b) İdeolojik Bulanıklık ve Seçmen Erozyonu
Parti, ne tam anlamıyla milliyetçi bir çizgide ne de merkez sağ-liberal seçmene hitap eden net bir profil çizebildi. Özellikle genç milliyetçi seçmen açısından yumuşak söylemler yetersiz görülürken, merkez seçmen de partinin ideolojik netliği konusunda tereddüt yaşamaktadır. Bu durum, partiyi hem MHP’den hem Zafer Partisi’nden seçmen kaptırır hale getirmiştir.
c) Gelecekteki Rolü
İyi Parti’nin Türk milliyetçiliği içinde güçlü bir temsil iddiasında bulunabilmesi için ya açık bir ideolojik yönelime gitmesi ya da yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Aksi halde hem milliyetçi hem de merkez seçmenden kayıp yaşamaya devam edecektir.
3. Zafer Partisi: Yeni Dönemin Reaksiyoner Milliyetçiliği
a) Sert Milliyetçi Söylem ve Göçmen Meselesi
Zafer Partisi, kısa sürede yükselmesini büyük ölçüde sert milliyetçi söylemi ve göçmen karşıtı politikalarıyla sağladı. “Türk milletinin çıkarı her şeyin üzerindedir” temel yaklaşımı, özellikle ekonomik krizle birlikte sığınmacı sorununa tepki duyan kitleleri cezbetti.
b) Sokak Milliyetçiliği ve Dijital Popülizm
Parti, sosyal medyada yürüttüğü kampanyalar, mizahi içerikler ve doğrudan halka hitap eden mesajlarıyla genç seçmende yankı buldu. Bu yönüyle geleneksel milliyetçi partilerden ayrılarak “sistem karşıtı milliyetçilik” örneği oluşturdu.
c) Gelecekteki Rolü
Zafer Partisi'nin milliyetçiliği, klasik MHP çizgisine kıyasla daha sert, daha dışlayıcı ve daha reaksiyoner bir yapı sergilemektedir. Bu durum kısa vadede dikkat çekici bir yükseliş sunsa da, sürdürülebilirlik açısından zorluklar doğurabilir. Parti, eğer sadece göçmen karşıtlığına dayalı bir söylemle ilerlerse, sınırlı bir etki alanına hapsolabilir. Ancak bu söylemi daha yapısal ve kurumsal bir vizyona dönüştürebilirse, yeni kuşak milliyetçiler arasında kalıcı bir yer edinebilir.
4. Sonuç: Türk Milliyetçiliği Üç Yola Ayrılıyor mu?
Türk milliyetçiliği bugün üç ana yönelimle karşı karşıyadır:
Kurumsal/statükocu milliyetçilik (MHP)
Merkez sağa entegre milliyetçilik (İyi Parti)
Popülist/reaksiyoner milliyetçilik (Zafer Partisi)
Gelecekte hangisinin baskın olacağı, şu üç faktöre bağlı olacaktır:
Toplumsal dinamiklerin yönü (özellikle ekonomi ve güvenlik kaygıları)
Genç seçmenin tercihleri ve dijital medya etkisi
Partilerin kendilerini kurumsal ve ideolojik olarak yeniden inşa etme kapasitesi
Uzun vadede, yalnızca sert söylemler değil, aynı zamanda kurumsal derinliği olan, toplumla organik bağ kurabilen ve demokratikleşme ile milliyetçiliği dengeleyebilen bir yapı, milliyetçiliğin gerçek temsilcisi haline gelecektir
**
YETMEZ AMA TEŞEKKÜRLER
CHP Adana Milletvekili Müzeyyen Şevkin, Meclis kürsüsünde yasa teklifine dair eleştirilerini dile getirdi. Konuşması yer yer dikkat çekici, hatta kimi yerlerde oldukça yerindeydi. Ama yine de... Yetmedi.
O yüzden diyoruz ki: "Yetmez ama teşekkürler."
Teşekkür ediyorum Sayın Şevkin’e. Gerçekten. Bir zahmet, artık her “iklim” kelimesinin geçtiği yasa teklifine gözümüz kapalı evet demediğiniz için... Müteahhitler için döşenen yeni yeşil rant yollarını gösterdiğiniz için... Sağ olun, var olun.
Teşekkür ediyorum, zira yasa teklifinin rant kapılarını aralayacak noktalarına parmak bastı. Teşekkür ediyorum, çünkü şirketler üzerinden kurulacak yeni bir “yeşil rant” düzenine dikkat çekti. Betonun ve asfaltın gölgesinde büyüyen sözde “çevreci” projelere karşı uyarılarda bulundu.
Ancak işte burada kaldı. Konuşmanın rotası, yalnızca Türkiye içindeki çıkar çatışmalarına saplandı. Büyük resme, yani bu yasaların arkasındaki küresel politik çerçeveye, değinilmedi.
İklim yasası sadece bir çevre düzenlemesi değildir. Arkasında, uluslararası sermayenin, iklim finansmanı adı altında gelişmekte olan ülkelere dayattığı yeni bir sömürü modeli yatıyor. Emisyon ticaretinden karbon vergilerine kadar uzanan zincir, yerli sanayiyi zincirleyip Batı'nın yeşil teknolojisine mahkûm etmeyi hedefliyor. Bu yönüyle yasa, sadece çevreyle ilgili değil; aynı zamanda bir bağımsızlık ve egemenlik meselesidir.
Ne yazık ki Sayın Şevkin’in konuşması, bu derinliğe ulaşamadı. Karbonsuzlaşma adı altında üretimin ve enerjinin nasıl küresel şirketlerin tekeline kayacağı, iklim krizi bahanesiyle hangi egemenlik alanlarımızın pazarlığa açıldığı sorgulanmadı. Greta söylemiyle ambalajlanmış bu paketlerin, aslında yeni bir sömürge hukuku olduğunu dile getiren tek bir cümle bile duyulmadı.
Bu yasa, küresel ekolojik vesayetin tapu senedidir. Bu yasa geçerse, yalnızca hava değil; sanayimiz, tarımımız, hatta nefesimiz bile dış denetime açılacak.
“Küresel ısınma” dedikleri şeyin, aslında “küresel ısındıkça ceplerimize el atan emperyal düzene” dönüştüğünü bir duysaydık sizden keşke sayın Şevkin... Bir “Durun bakalım bu karbon pazarı kimin pazarı?” deseydiniz... Bir tane “Yeşil Enerji” projesinin arkasında hangi çokuluslu şirketin saklandığını sorsaydınız...
Sorun sadece ağaç, çiçek, böcek meselesi değil. Sorun, “Karbon ayak izini düşürelim” deyip, ayağımıza dijital pranga takılmak istenmesi. Mesele, "iklim kurtarılıyor" masalıyla bizim topraklarımızda topraklarımızda karbon çiftlikleri kurulması. Yani karbon bizde, kâr onlarda.
Peki, kim bu “onlar”?
Birleşmiş Milletler'in iklim komisyonlarında selfie çeken bürokratlar.. Davos’ta buzlu suya ayak sokup “Gezegen yanıyor!” diyen CEO’lar.. Ülkesinde fabrikaları kapatıp bizim ülkeye “temiz yatırım” diye gelen o çakma çevreciler. Ve tabii ki onlarla işbirliği yapan bizimkiler..
Sahi, neden kimse kalkıp "Yeşil Dönüşüm" adı altında gelen bu paketlerin arkasındaki dijital takip sistemlerini, karbon kotalarını ve hatta tarım alanlarının veriyle işgalini gündeme getirmiyor?
O yüzden bu yazının başlığını, bir zamanların meşhur ama hayal kırıklığıyla anılan sloganından devşiriyorum: