Dikkatinizi çekmişti mutlaka, bilim ve uygarlıık söz konusu olduğunda nedense Türk, Türk kültü ve türk uygarlığı sözcüklerinin ağızlarına almazlar..
Yerine “islam”- “islam medeniyeti” gibi kavramları kullanırlar..
Hasknuki aynı kişiler, soz konusu bir alman, Fransız, Yuan ya da arap bilim insanı, sanatçı olduğunda milliyeti ile anılır..
Örnekler çok..
Isaac Newton için; “İNGİLİZ fizikçi, matematikçi, astronom, mucit, filozof, ilahiyatçı”
Nikola Tesla için ; "SIRP kökenli AMERİKALI mucit, fizikçi"
Thomas Alva Edison için ; "AMERİKALI mucit" denilirken, hiç te "HIRİSTİYAN" mucit falan denmiyor. Hatta İslam Mucitleri, İslam Matematikçileri, İslam Sanatı mevcuttur.
Fakat, tıpta, bilimde "Büyük Üstad" olarak anılan İbni Sina;
sıfırı bulan, Ay'da bir kratere adını verdikleri, cebirin babası Harezmi; Astronom , matematikçi Ali Kuşçu; Da Vinci'yi bile etkileyen El Cezeri gibi TÜRK mucitler "TÜRK" yerine "İSLAM" olarak tanıtılmaktadır.
Nedense iş Türk bilim insanı, sanatçı ve komutanlarına geldiğinde siyasal kimliğini belirlemede İslamlık/Müslümanlık öne çıkmaktadır.
Çiçek aşısının muciti Türklerdir..
Çiçek aşısını yapan Yörükleri (Türk’tür farklı bir etnik yapıştıran batılılara inat) görüp bizzat deneyimleyen, İngiltere’nin İstanbul seferinin eşi Lady Montagu 1718 yılında bu olayı İngiltere'ye götürmüş, Kraliçe’nin izni ile hükümlülerin üstünde denetmiştir. Bu tarihten sonrada İngilizler tarafında icat edildiği öne sürülmüştür. “1798 de ilk çiçek aşısının öncüsü, dünyanın ilk aşısı" (ENGLİSH physician and scientist who was the pioneer of smallpox vaccine, the world's first vaccine) diye tanıtılan Edward Jenner ; ya da (a FRENCH chemist and microbiologist , was also impressed , discovered the principles of vaccination, microbial fermentation and pasteurization, and invented the first vaccines for rabies and anthrax) diye tanıtılan aşılama sisteminden esinlenerek kuduz aşısını icat eden Louis Pasteur gibi birçok bilim adamına esin kaynağı olmuştur.
Ortalıkta Türk’ün adı yoktur!
İngiltere’de bir plaket hazırlayıp yazmışlardır. “Lady Montagu Türkiye’den getirmiştir” diye, ama bilenlerin sayısı o kadar az ki, siz anlatsanız bile, size uzaylıymışınız gibi bakar.
Batılılar gururla yaptıklarını anlatırken, öğretirken, “biz” bırakın uzak tarihi , yakın tarihte yaptıklarımızı bile anlatmama gibi bir huyumuzla önemsemiyoruz….
Halbuki bu tip olaylar bir ulusun uygarlık ölçüsüdür.
Bunun yanında İtalyan Giuseppe Adami ve Renato Simoni tarafından bestelenen Turandot operasını yazan bir Farslı değil Türk'tür; Nizami Gencevi’nin destanıdır, ama dünya Turandot'u Fars destanı / İtalyan operası diye alkışlar....
İlk gözlemevi bir Türk olan Uluğ Bey tarafından 1428-1429 kurulmuşken, Avrupa'ya 1467-71 yıllarında Oradea Romanya'da kurulmuştur. Türklerin yoğun olarak gittiği, yerleştiği, yurt tuttuğu yerlerdir; İskitler-Hunlar-Avarlar-Kıpçaklar- Osmanlılar.....ama "Avrupa'ya ilk kez Uraniborg adasında Danimarka Kralı II.Frederick tarafından 1576 da kurulmuştur" der Britannica Ansiklopedisi....
Batılılar siyasal/etnik kimlikleriyle tanıtılırken, "bizimkilerden bazıları" dahil batı nedense Müslüman/İslam diye ya da Türk yerine başka etnik kimliği ile tanıtıyor, tanıtılıyor.
Aynı şeyi müzelerdeki eserlerin açıklamalarında da görürüz. "Hıristiyan eserleri" yoktur ama "İslam eserleri" çoktur...
Selçuk-Türk veya Safavid-Türk yapıtları değildir adları, ayrıca Safavid Fars olarak tanıtılır!...
Navajo Culture, Assyrian Culture, Persian Culture, Greek Culture, Roman Culture, Chinese Culture, Etruscan Culture … derseniz karşınıza binlerce veri çıkar ama, Turkish Culture diyince kocaman bir “zero”..
Siz, Türk Kültürünü tanıyıp kendiniz çıkarmak zorundasınız. İsim haklarımızı çalmayın, çaldırmayın......
Örnekler :
• Textile Fragment
Object Name: Fragment
Date: ca. 1570–80
Geography: Turkey, probably Istanbul
Culture: ISLAMIC
• Bronze coin of Fakhr al-Din Qara Arslan
Artuqid dynasty, AD 1144-67
A fascinating and unique series of bronze coins were struck by dynasties of Turkoman origin during the twelfth and thirteenth centuries, in the area known as the Jazira, 'the island' between the Tigris and the Euphrates rivers.
ARTUQID’ler kimdir? TURKOMAN kimdir? Bilen “batılı halk” öne çıksın lütfen!
• Incense burner
Hegira 9th–10th century / AD 15th–16th century, Mamluk
Brass engraved with tar inlay
link
MAMLUK kimdir? “Batılı Halk” biliyor mu? Ki eserler İSLAMİC ART adı altında toplanmıştır.
Şimdi bunlar Türk derseniz birileri çıkıp, size islam düşmanı olmakla suçlayacağından emin olabilirsiniz..
Servet Somuncuoğlu’nun da dediği gibi:
“Bu resimler Orta Asya devletleri arasındaki münasebetleri aydınlatması açısından kültürdeki beraberliği ortaya koyar. Yani, tarihin eski devirlerinde adı, “Ahmet” dir, “Mehmet” dir ya da başka bir şeydir. Bugün Batılılar ve içimizdeki arapseverler kesinlikle Türk demiyorlar.
Saka, İskit, Tagar, Taştık, Andronova, Afenasyova vs… diyorlar ama asla Türk demiyorlar. Burada temel bir kültür kodu vardır. Bu temel kültür kodunu bugün biz Türk olarak tanımlanan kültür çevresi içinde görüyoruz. Yani, Orta Asya’daki bu kaya resimlerinin arkeolojik alanlardaki kültürün takipçisi Türk kültür çevresi içinde yaşayanlar Türklerdir. O nedenle bugün bizim hepsine birden Türk dememiz lazımdır.
Onlara Türk dediğimizde ve temel kültürde bunu açtığımızda üst kimlik olarak siz Türk’ü koyduğunuzda alt kimlikte: Kazak, Kırgız, Altay, Hakas, vs… bunlar olabilir. Yani bu çeşitliliktir.
Örneğin Yunan medeniyetinin içinde bir çok uygarlıklar var, küçük küçük site devletlerinden oluşuyor ama, en başa “Yunan Medeniyeti” ibaresi konur.
Yine aynı şekilde Hint Medeniyeti içinde yüzlerce unsur var ama “Hint Medeniyeti” deniliyor.
Eski çağlara göre 5 büyük uygarlık sayılır: Çin, Mısır, Yunan, Hint, Mezopotamya.
Tabii bir altıncı uygarlık vardır. O da Türk uygarlığıdır. Bu gerçek artık bilimsel olarak kabul edilmek zorundadır.
Türk uygarlığı vardır; kendine has bir yaşam üslubu vardır, doğaya, çevreye, insana bakış açısı vardır. Toplumsal hiyerarşisini oluşturmuştur, devlet sistemini oluşturmuştur siz bunu yok sayamazsınız.”
Lady Montaque, çiçek aşısının arkadaşına yazdığı mektupta nasıul anlatıyor:
“Sarah Chiswell'e, Edirne, 1 Nisan 1717
Bizde pek çok yaygın ve çok zalimane olan çiçek hastalığını burada keşfettikleri bir aşı ile önlüyorlar.
Bir çok kocakarının sanatları sırf bu ameliyatı yapmak.
Aşılanma için en uygun zaman sıcakların sonu, sonbaharın başlangıcı. O zaman aile resileri ailelerinde çiçek hastalığına tutulmuş kimse olup olmadığını öğreniyor ve bir kaç aile toplanıyorlar. Sayıları onbeş onaltıyı bulan aile toplulukları bu aşıcı kocakarılardan birini çağırıyorlar ve ceviz kabuğu içine doldurulmuş çiçek hastalığı aşısını hangi damardan açılmasını isterlerse, o damarı büyük bir iğne ile açtıktan ve iğnenin ucu kadar aşıyı buraya koyduktan sonra yarayı bağlıyor ve
üzerine bir ceviz kabuğu yapıştırıyorlar.
Bütün bu ameliye sırasında en küçük bir acı hissedilmiyor. Aynı şeyi dört beş damara daha yapıyorlar. Rumlar haç taklidi yapmak için birer tane kollarına bir tane de alınlarına yaptırıyorlar, ama bunun neticesi fena.
Çünki bu ufak yaralar yer ediyor.
Aşı için vücudun kapalı yerleri seçiliyor. Aşılanan çocuklar sekiz gün kadar oynuyorlar, bir şey olmuyor, daha sonra bir sıtmaya tutuluyorlar ki iki gün, üç gün yatakta yatıyorlar. Yüzlerinde yirmi, otuz sivilce çıkıyor. Fakat sekiz gün içinde hiç hastalığa tutulmamış gibi oluyorlar. Açılan yaralar hastalıkları boyunca akıp çiçeğin zehrini atıyor, başka taraflara yayılmasına mani oluyor. Her sene binlerce çocuğa aynı ameliye yapılıyor.
Fransa Sefiri, başka yerde yapılan banyolar gibi, burada da eğlence olsun diye herkes çiçeğe yakalanıyor, diyor. Aşıdan kimse ölmüyor. Aşının faydasına inandığım için sevgili yavruma da yaptırmaya karar verdim. Vatanımı çok sevdiğim için aşının oraya da girmesini çok isterim. Doktorların, kendi menfaatlerini insanlığın iyiliğine feda edebilecek ve gelirlerinin büyük bir kısmını gözden çıkarabilecek kadar fedakar olabileceklerine inansam bunu onlara yazmaktan geri durmazdım. Bilakis onları kızdıracağımı zannediyorum. Büyük bir hata işlemiş olursam tehlikeli olur. Maamafih, İngiltere'ye döndüğüm zaman onlara bir harp ilan ederim. Kahramanca gayretimi taktir ediniz, vs..."
Lady Montaque
Türkiye Mektupları - Tercüman yayınları
Türkiye’nin köpeklerle sınavı
Siyasal iktidarın ötanazi adı altında sokak hayvanlarının, özellikle de köpeklerin katliama tabi tutulmalarına yasal kılıf uydurduğu yasa teklifi toplumda büyük tepki çekti..
Her ne kadar savunanlar olsa da, toplumun büyük çoğunluğu hayvanların katline karşı çıkyor..
Anlaşılan, yasa teklifinin hazırlayanlar ve çıkarmak için inat edenler, katilama karşı çıkanları laik Türkiye’nin laik insanları olarak görüyorlar..
Türkiye, daha önce iki kez benzer şekilde köpeklere yönelik düşmanca uygulamalara tanık oldu..
Hem de çok sevdikleri Osmanlı döneminde..
İkinci Mahmut ve Vahdettin devirlerinde..
Buna karşın, çok sevdikleri Fatih Sultan Mehmet, köpeklerin koruyan emirnameler çıkarmıştı..
Anlatalım…
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fetheder ve onu köpekler de karşılar. Bunun üzerine köpekleri İstanbul’un uğuru ilan eder ve şehirdeki bütün köpeklere iyi davranılmasını ve köpeklerin beslenilmesini emreder. Yüzyıllarca bu böyle gider, taa ki batılılaşma adına şehirde olan köpeklerin bir gemiyle gönderilmesine kadar.
İkinci Mahmut döneminde bu böyle denenir. Sahipsiz köpekler gelişmiş medeniyetlerde olamaz diyerek hepsini toplayıp yassı adada ölüme terk etmek isterler.. Fakat köpekleri çok seven halk isyan eder ve köpekler geri döner. Hatta ilk gönderildiğinde şehirde yangınlar çıkmaya başlar ve köpeklerin bu şehrin uğuru olduğu perçinlenir..
İkinci deneme ise Vahdettin zamanında olur. Yine batılılaşma için köpekler bir gemiye konur ve yassı adaya gönderilir... Muhasır medeniyetler seviyesine gelmeyi şekilcilikte arayanlar köpeklerden kurtulunca bu olacak zanneder... Rüzgâr esince şehre köpeklerin uğultuları, acı acı sesleri gelir.. Ve bundan 1-2 hafta gibi çok kısa bir süre sonra şehir düşer. İstanbul İngilizler başta olmak üzere batılı devletler tarafından işgal edilir..
Köpekler İstanbul’un uğurlarıdır. Tabii, Adana’da dahil diğer kentlerin de..
Köpeklerine iyi bakmayan kentin uğuru kaçar.
Bence köpeklerin kimi zaman bizle beraber kimi zaman sokakta yaşaması bu topraklar için çok özel bir şey.
Bildiğim kadarıyla dünyada en çok köpek bakan ülkelerden biriyiz. Ülke olarak ona iyi bakan güzel yürekli insanlar bu memleketin uğuru, bu memleketin çimentosu.. Kurtuluş Savaşı’nda kazanan da onlar, ekonomik krizlerin en derinlerde birbirine bakan da... İçimizdeki iyilik, kudret bu ruhta gizli..
Tabii ki yazlık yerlerde hatta pahalı köpekler alıp sokaklarda terk edenler, tekmeleyenler, işkence edenler hatta tecavüz edenler ne yazık ki oluyor ama. biz içimizdeki güzellikle, iyilikle bütün bunları yenebileceğimize üstesinden gelebileceğimize inanalım.
Çünkü böyle insanlarla dolu bir ülkeyiz..
Köpek düşmanlığının sonuçları üzerine şamanik bir okuma
Birileri bir şekilde, Türkiye’de sokak köpeklerine karşı düşmanlık yaratmaya çalışıyor..
Birileri de, sokak köpeklerinin katilama uğraması için teklifler hazırlıyor.. Birleri de sokak hayvanalrının katletmeyi ötanazı, uyutma gibi sözcüklerle sevimleştirmeye çalışıyır..
Peki, özelde kopek, genelde hayvan düşmanlığı ülkemize ileride neler getirebilir..
Gelin Işık Şaman Tanya Djaziri’nin bu konudaki şamaik okumasın kulak verelim:
“Ülkemizin gündemini bir süredir köpekler meşgul ediyor. Köpeklerin toplu olarak itlaf edilmesi gibi son derece korkunç söylemler de cabası. Köpeklerin bu denli saldırganlaşmasını elbette kimse istemez. Lakin hayvanlarla beraber yaşamanın yolu da onları katletmek değil.
Elbette ben tüm olan bitene dair şamanik bir okuma yaparak, bu köpek nefretinin ülkemize getireceği şeyleri anlatmak istiyorum. Toplu hayvan katletmek ya da o hayvana duyulan nefret, öfke hisleri o hayvanın dünya üzerinde taşıdığı enerjiyi de sorunlu hale getirir. Varoluşta her hayvanın, her bitkinin taşıdığı bir enerji vardır. Bu hayvanın ya da bitkinin nesli tükenirse o enerji insanlar tarafından taşınana kadar açıkta kalır ve dünya genelinde bazı tatsız şeylere sebebiyet verir.
Not:Çinde nesli tükenen kaplumbağa sonrası yayılan pandemi.
Köpek hayvanı koşulsuz sevgiyle, aileyle, sadakatle alakalıdır. Ülkemizdeki bu ani köpek nefreti sebebiyle gelecek günlerde insanların birbirine duyduğu sevginin ciddi oranda azalacağı, bencillik enerjisinin daha yaygın olacağı ve Aile kurumunun eskisine oranla çok daha yüksek seviyede bozulacağını söylemek mümkün. Sadakatiniz sınanacak. Elbette tüm bu bozulan enerjiler bireysel ve global karma oluşturacak konular. Sadakatsizlik yüksek seviyeye çıkacak.
Bunun yanında köpek inançları temsil eder. İlerleyen süreçte birçok din değiştirme ve ateizme, paganik inançlara yoğun bir geçişle mevcut dinin terk edilmesinin hızlanacak.
Bunun yanında köpek güvenlikle, aidiyetle ilgilidir. Ülke güvenliğini tehdit eden vakalara, yurtdışına giden ülkesini terk eden vatandaşlarımıza ve yine ülkesini bırakıp ülkemize sığınan kişilere tanık olmaya devam edeceğiz. Ciddi göç dalgaları bizi bekliyor. Ülke güvenliğini temsil eden kurumlar ciddi olarak sorgulanacak. Ayrıca ne yazık ki asla istemem ama asker ve polis ölümleri de olası.
Köpek enerjisiyle barışmazsak maalesef ülkemizi bekleyen gelecekte oluşacak olan enerjiler bunlar. Kolektif bilinçlerin uyanması dileğimle.
Tanya Djaziri - Işık Şaman”