Biliyorsunuz, Adana’daki iki üniversitemizde de rektörler değişti.
Cımurbaşkanı Erdoğan, Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü’ne Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş’i, Adana Alparslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Adnan Sözen’i atadı..
Atamalarla birlikte, her iki rektöre “hayırlı olsun” ziyaretleri akını başladı..
Üniversitelerle, akademik çalışmalarla, eğitim öğretimle ilgili ilgisiz kişi, kuruluş, dernek yöneticileri ziyaret için sıraya girdiler..
Ziyaret haberleri yağmuru başladığında, bu kişilerin/derneklerin rektörleri ziyaret etmekteki erekleri ne olabilir diye kendi kendime sormuşluğum, kendi sorumun yanıtının bulmak için epey kafa yormuşluğum olmuştu..
Sonunda aradığım yanıtı bir ziyaret bültenindeki satırlar arasında buldum..
Meğer, ziyaretleri nedeni ihalelermiş..
Meğer, ihalelerden pay almak için kendini göstermek ve anımsatmakmış..,
Her ziyaretçi, henüz koltuğunu ısıtmamış olan rektörlere övgüler düzüyorlar..
Örneğin, Çukurova Üniversitesi Rektörü Prf. Dr. Hamit Emrah Beriş’in tecrübesiyle iyi işlere imza atacaklarının ifade ediyorlar..
Tabi, henüz Adana’ya yeni gelmiş rektörü, övgüler düzenlerin de tanımıyor olmaları ne gam..
Konu ihalelerde pay alma niyeti olunca övgüler de tıpkı ziyaretler gibi yağmur gibi geliyor.
Ziyaret sırasında kaşla göz arasında, Adana ve bölge firmaları olarak Çukurova Üniversitesi’ndeki davetiyeli ihalelerin Adana firmalarına gönderilmesi isteklerinin iletmişler, rektör de anında olumlu katkı sunmuş..
O kadar laf ebeliğinin Türkçesi, “bizi de ihalelere davet edin, biz de ihalelerde pasta alalım.”
Sayın rektör de, başına atandığı üniversitenin ihaleleriyle ilgili olarak önceden kapsamlı bir araştırma yapmış ki, hay hay demiş..
Doğrusu çok merak ediyorum; rektöre ihalelere davet edin ricasında bulunanlar, eğitim öğretim ve üniversitelerimizle çok ilgili olduklarını göstermek için, rektörlere akademik sorular yöneltmişler mi acaba?
Örneği, geçen yıl, bir önceki yıl kaç akademik makale yayınladınız, kaç atıf aldınız mı sordular mı?..
Amaaaan benimki de merak işte..
İhale davetiyelerini konuşmak varken, akademik makale, atıf, bilimsel çalışma kimin umurunda olur!..
XX
“İncirlik kapatılsın” eylemi
İsrail ile Filistin arasındaki savaşın ülkemizdeki yansımaları çok farlı oluyor..
AK Parti iktidarının bakanları Filistin Devletinin bakanları, İletişim Başkanlığı Filistin İletişim Başkanlığı gibi çalışıyor..
Bakanların her açıklaması Filistin ile ile ilgili..
Türk halkının sorunlarından hiç bahsetmiyorlar.
İnsanımızı boğan yaşam pahalılığı, enflasyon, emeklilerin, öğrencilerin sıkıntıları, eğitimdeki sıkıntıları gündemlerinde yok. Filistin ile yatıp Filistin ile kalkıyorlar..
Siyasal İslamcılar, cemaatler, tarikatlar, kendilerine sivil toplum kuruluşu diyen İslamcı dernekler, kentlerde meydanlara iniyor ama, o da kermes için..
Gazze fotoğrafları ilahilerle sözde Filistin için bir şeyleri satmaya, paraya çevirmeye çalışıyorlar..
Komünistler, sosyalistler, solcuların da gündemi Filistin’deki olaylar..
Ancak onlar, siyasal islamcılar/dincilerden farkı davranıyorlar..
Filistin için kermes adı altında bir şeyler satıp paraya çevirmek için değil, Türkiye’deki başta İncirlik Üssü olmak üzere ABD ve NATO üslerinin kapatılması için meydanlardalar..
Türkiye Halk Meclisi’nin NATO ve emperyalist savaşa karşı başlattığı yürüyüşün Adana ayağı 28 Eylül Cumartesi günü saat 16.00’da Uğur Mumcu Meydanı’ndan başlayacak.
TKP Adana İl Örgütü de Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi’nin yürüyüşüne destek veriyor.
TKP Adana İl Örgütü, cumartesi günü Uğur Mumcu Meydanı’nda olacağını açıkladı..
Bunun yanı şıra TKP üyeleri, cadde, meydan ve pazarlarda konuyla ilgili bildiri dağıtarak, Adanalı yurttaşları NATO’yu ülkemizden defetmek için göreve çağırıyor..
Siyasal İslamcılar ve cemaatler gibi olaydan rant sağlamayı hiç düşünmüyorlar..
Geçmişe bakınca komünist ve sosyalistler ile siyasal İslamcıları emperyalist savaşa bakış açıları sanki hiç değişmemiş, her iki taraf da bugün de aynı anlayışla eylem yapıyorlar..
TKP ve diğer komünist grupların günümüzdeki mücadelesi, tıpkı Deniz Gezmişler gibi Filistin’ giderek Filistin halkıyla birlikte savaşmaları gibi yine aktif bir çalışma içerisindeler..
Tıpkı bir zamanlar, sosyalist gençlerin İstanbul’da 6. Filo’daki askerleri karaya çıkarmamak için çatışmayı ve gözaltıları göze alarak mücadele etmelerine karşın, dönemim siyasal İslamcıları sahilde 6. Filo’ya karşı namaz kılmışlardı.
Bugün de, komünistler, sosyalistler emperyalist savaşa karşı yürüyorlar; siyasal İslamcılar meydanlarda kermes düzenleyip para kazanıyorlar..
XX
Kemâl Tahir ve kedisi Mahpus
1940'lı yıllarda Çorum Cezaevi'nde yaşayan "Mapus" adlı kedinin hikayesini birlikte okuyalım...
Türk Edebiyatı'nın ünlü yazarlarından Kemâl Tahir 1940'lı yıllarda Çorum Cezaevi'nde yatıyordu, suçu kitap yazmak...
O yıllar, İkinci Dünya Savaşı yılları, Türkiye savaşa katılmamış ama dolaylı yoldan etkilenmiş, memlekette kıtlık başlamış, halk temel ihtiyaç maddelerini temin etmekte zorlanıyor. Yokluğun olduğu yerde suç oranı artar, cezaevleri dolup taşıyor.
Çorum Cezaevi Müdürü kitap okumayı seven entellektüel bir adam, Kemâl Tahir de o dönemin en ünlü yazarı; hâl böyle olunca Müdür Bey Kemâl Tahir'e birtakım imtiyazlar veriyor, tek kişilik koğuşta kalmasını sağlıyor ve bir daktilo getirtiyor.
O yıllarda toplumun eğitim düzeyi bugünkü gibi değil, cezaevlerindeki mahkumların belki de yarısı okuma yazma bilmiyor.
Mahkumun evrak işi hiç bitmez, cezaevinde Kemâl Tahir'den başka düzgün yazı yazabilen kişi yok; mahkumlar savunma ve temyiz dilekçeleri yazdırabilmek için O'nun koğuşunun önünde sıraya giriyorlar.
O günlerde Kemâl Tahir, Cezaevi Müdürü'nden bir kedi yavrusu istiyor. Cezaevinde kuş harici hayvan beslemek yasaktır ama Müdür Bey çok değer verdiği ünlü yazarı kırmıyor, sokaktan aldığı bir yavruyu O'na hediye ediyor.
Kemâl Tahir, romanlarında sıkça bahsettiği kedisine işte böyle kavuşuyor ve adını Mapus koyuyor. Öyle ya, cezaevinde yaşayan kedi de aslında bir mahkum, diğer deyişle bir mapus.
Mahkumların dilekçe yazdırmak için koğuşunun önünde sıraya girdiklerini belirtmiştim fakat herkes için dilekçe yazmaz Kemâl Tahir, sadece kader mahkumları için yazar.
Bir gün Çorum Cezaevi'ne Malatya Cezaevi'nden sevk edilen bir tutuklu geliyor, üç kişiyi öldürdüğü gerekçesiyle idam cezasına mahkum edilmiş ama dosyasına kesinleşme şerhi konulmamış, temyizde bekliyor... Lâkabı "İdamlık Yusuf"...
Okuma yazma bilmeyen Yusuf'un kendini savunabilecek durumu yok, O da namını çok işittiği Kemâl Tahir'den yardım istiyor fakat sadece kader mahkumları için dilekçe yazan Kemâl Tahir, üç kişiyi öldürdüğü iddia edilen Yusuf'u öyle görmediği için ilgilenmiyor.
Aradan biraz zaman geçiyor.
Bir sabah Kemâl Tahir avluya çıkmış, çayını ve sigarasını içerken, biraz ilerideki duvarın dibinde kedi Mapus'un başını okşayan Yusuf'a gözü takılıyor. Çağırıyor yanına...
Yusuf geliyor, "Buyur Beyim, bir isteğin mi var?"
"Sen gerçekten üç kişiyi öldürdün mü?"
"Onları ağanın oğlu öldürdü, ben gariban bir marabayım, suçu üstüme yıktılar Beyim."
"İkindi vakti koğuşuma gel de konuşalım."
"Sağol Beyim... Lâkin daha önce benimle ilgilenmemiştin, sorduğum için af buyur ama şimdi ne oldu?"
"Bu kedi herkese yanaşmaz, senin kalbinin temiz olduğunu hissetmiş ki yanına gelmiş... Katil olmadığını anladım, sana yardım edeceğim."
Fazla uzatmayalım... Kemâl Tahir, Cezaevi Müdürü'nün de yardımı sayesinde Yusuf'a verilen idam cezasının temyizde bozulmasını sağladı, Yusuf tekrar yargılandı. Bu süre içerisinde Yusuf'un köyünde başka cinayetler de işlendi ve yürütülen soruşturma neticesinde tüm cinayetlerin köy ağasının oğlu tarafından işlendiği ortaya çıktı.
İdamlık Yusuf beraat etti... Bir kedinin içgüdüsü ve ona güvenen sahibinin iyi niyeti sayesinde adalet yerini buldu.
Kemâl Tahir, cezaevinden çıkarken Mapus'u da beraberinde götürdü... Sonraki yıllarda, Türk Edebiyatı'nın klasikleri arasında yer alan romanlarını yazarken, çok sevdiği kedisi de yanı başında uyuyordu.