Adana sağlık teşkilatı bünyesindeki birimlerde yaşanan olumsuzları haber olarak yapıp yetkili mercilere ‘Lütfen bu konuya el atın’ çağrısında bulunup, bir gazeteci olarak asli görevimizi yerine getirmeye çalışıyoruz.
Birileri rahatsız olmuş olsa da o rahatsız olanlar müdürlüklerini ve amirliklerini yapıyor. Biz de gazeteciliğimizi…
İşin özünde kimseyi mutlu etme gibi de bir derdimiz yok…
Bunu da bilerek gazetecilik yapmanın gayretindeyiz.
Hep söylüyorum, ‘Bu şehrin en büyük sorunu, idarecilerin siyasi yaklaşım içinde olup asli görevlerini yapmak yerine, konuyu geçiştirme, sorunları halının altına süpürme, sümen altı yapma gayretleridir.’
Belirli zaman aralıklarında yaptığımız haberler ve yazdığımız yazılar ile bu idarecilere ‘Görevlerini’ hatırlatma ihtiyacı duyuyoruz.
Sağlıkta aksayan hizmetler ve ortaya çıkan usulsüzlere yönelik haberleri yaptığımızdan haberdar olan bir sağlık mensubu arkadaş ile bu konu üzerinde görüşürken bana bu arkadaşım bir ifade kullandı.
‘Yazdın da ne oldu?’ dedi…
Yanıtım ‘Yazdık, çok şey oldu’ diye yanıt verdim.
Çok şey olmasını da ‘En azından üzerini kapatmaya yönelik davranışın önüne geçtik’ diyerek gelişmeler hakkında bilgi vermeye çalıştım.
Evet, yazınca ne oluyor diye düşünenler oluyor elbette…
Bunda bir beis yok. Onlar görevlerini yapacaklar, biz de gazeteciliğimizi…
Yazdıklarımıza yalan, yanlış diyemiyorlar. Lakin Şener Şen ile İlyas Salman’ın birlikte rol aldıkları film repliğinde olduğu gibi ‘Hele bir sor bakalım, neden oldu?’ diye başlayan cümleler ile ‘ Birbirlerini’ koruyup korumaya çalışıyorlar.
Bunu da biliyoruz…
Çünkü herkes birbirinin ‘AÇIĞINI’ iyi biliyor. Yani birbirlerine ‘Sen bunu yaparsan ben de şunu yaparım’ moduna dönüşmüş idarecilikte…
Pembe gazete çıkarırsan, elinden kayıp gidecek kadar yağlı ballı habercilik yaparsan senden iyisi yok…
‘Zaten o bizim adamımız’ moduna dönüşüyorsun o vakit…
Yazdıkta ne oldu? Sorusunun bir başka yanıtı da ‘Hakkımızda şikâyet oldu’ şeklinde oluyor. Şikâyetler bizim adımıza ‘MADALYAMIZDIR’ diyerek yanıt veriyoruz bu arada…
İki satır şikâyet dilekçesi ile kendilerini aklayacaklarını sananlar şunu unutuyorlar. Ortaya çıkan yolsuzluk veya usulsüzlük neyse artık adını siz koyun. Bu usulsüzlük durup dururken kendiliğinden mi meydana geldi?
Bunun bir sebebi yok mu? Buna bu hale getiren görevli yok mu?
Suç unsuruna sebep olan mutemet, sayman neyse artık sorumlu değil mi? Onun tanzim ettiği evraka imza atan başhekim yardımcısı ve başhekim sorumluluk üstlenmiyor mu?
Devlet, kendini zarara uğratan kişi veya kişilere karşı bu kadar müsahamakar mı davranmalı?
Devlet, bir hastane görevlisinin konuyu şikâyet edip, gazetecinin de onu haberleştirmesine kadar olup bitenden hiç mi haberi olmaz?
Devletin temsil eden amir veya müdür, zararı tazmin etmek için gayret sarf edenlere karşı yanlışı yapanları koruyup kollama adına mı hareket etmeli?
Daha bu soruları çoğaltabiliriz…
İşin özü, ‘Yazdınız da ne oldu?’ diye bir olumsuzluğu hiçbir zaman düşünmedim. Bundan sonra da düşünmeyeceğim. Yazınca çok şeyler oldu…
En azından devletin zararını önlemek adına çorbada tuzumuz oldu…
Bizim kadar konunun üzerine gitmesi gerekenlerin de çorbada tuzları olsa ne kadar güzel olur değil mi?
Netice itibariyle memleketin çivisini çıkarmışlar!
Ben bunu bilir, bunu söylerim…
Bize düşen görevde o çıkan çivileri gücümüzün yettiğince yerine geri çakmaktır…