Kafka’nın meşhur Dönüşüm öyküsünün açılışında ana karakter Gregor Samsa, bir sabah bunaltıcı düşlerden uyanır ve kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulur. Ben ise bu aralar bunaltıcı düşlerden uyanıp kendimi “Değişen Cumhuriyet Halk Partisi ve direksiyonundaki Özgür Özel'e biraz zaman tanınmalı..” diye düşünürken buluyorum. Bunu başarmanın ise en az Samsa’nın dönüşümü kadar zor geldiğini söylemeliyim açıkçası...
Normalleşme süreci düşe kalka devam ederken, CHP'nin çiçeği burunda Genel Başkanı Özgür Özel’in son günlerde birden fazla konuşmasında ekonomi kurmaylarının Mehmet Şimşek ile görüşeceklerinden söz etmesine bakılırsa, Özel hem normalleşmeye, hem de sürecin yeni basamağı olan bu randevuya oldukça önem atfediyor olmalı.
Peki, CHP yönetiminin yüksek önem verdiği bu görüşmede tavrı, tutumu ne olacak, CHP hangi konularda iktidar partisi AKP'den farklı düşünüyor, halka farklı ne vaat ediyor, bu randevudan nasıl sonuç çıkmasını istiyor ya da bekliyor?
Bu sorulara ilk yanıtlar, henüz randevuya on gün varken CHP adına görüşmeye katılacak olanlardan Volkan Demir'in 'Kötü yönetilen bir ekonomiye can simidi olmaya niyetimiz yok.' sözleri ve bir diğer kurmay Yalçın Karatepe’nin BİRGÜN'deki köşesinde yazdığı 'Mehmet Şimşek’e ne diyeceğiz?' başlıklı yazısıyla geldi. Karatepe, görüşmede gündeme getirecekleri konuları yazısında on madde ile özetliyor... Yazıda bahsi geçen konulara -ki Özel’in ve diğer üst düzey yöneticilerin sık sık yaptıkları açıklamalarla da örtüşüyor- bakıldığında, yaşanan ekonomik buhrana yönelik CHP’nin görüş ve eleştirilerinin yine çok yüzeysel kaldığı rahatça görülebiliyor.
Örneğin bir numaralı gündem maddesi, asgari ücretin ve emekli maaşlarının artırılması konusu... Yüksek enflasyon ortamında asgari ücretin ve emekli maaşlarının sabit tutularak ücretli çalışanların ve emeklilerin enflasyona ezdirildiği eleştirisi tabii ki haklı, ancak iktidara talip olan ana muhalefet partisinin Hazine ve Maliye Bakanı’yla buluşup bu probleme çözüm olarak asgari ücretin ve emekli maaşlarının artırılmasını talep etmesi hem abes, hem de içi boş bir politika – ya da politikasızlık. Kaldı ki Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu politikayı geliştirebilmek için yönetiminde yer alan kariyerli iktisatçılara da ihtiyacı yok, zira henüz bir yıl öncesine kadar yerin dibine sokulan Bakan Nureddin Nebati’nin yaptığı da tam olarak bu değil miydi?
Aslında CHP’nin ekonomi yönetimi de gayet iyi biliyor ki, sağlıklı bir ekonomisi olan bir ülkede asgari ücretle çalışanların oranı tüm işgücünün yarısı olmaz, olamaz, olmamalıdır. Türkiye’de ücretli çalışanların yarısı neden asgari ücretle çalışıyor sorusu cevaplanmadan asgari ücretlinin de, emeklinin de, beyaz yakalının da sorunları çözülemez. CHP’nin ekonomi yönetimi de gayet iyi biliyor ki bu sorunun cevabı, sermayenin ucuz işgücü talebinde gizlidir. Ülkede tarımsal üretimin çökertilmesi sonucu çaresiz kalan köylülerin niteliksiz iş gücü olarak büyükşehirlere göç etmesiyle oluşan işsizler havuzu, hepimizin gözü önünde bugünün tepe tepe kullanılan, seçim zamanı ağzına bir parmak bal çalınan asgari ücretlilerine dönüşmedi mi?
Hadi geçmişi geçmişte bırakalım, günümüze dönüp bir adım daha ileri gidelim ve çalışanlarına adil bir ücret vererek, onların üzerinden değil onlarla birlikte bir değer üretmek isteyen sıradan bir vatandaşın bir şirket kurduğunu hayal edelim. Baskılanan ücretler ve hakim konumu sebebiyle rekabet avantajına sahip olan tekelleşmiş büyük sermayenin bütün köşe başlarını tuttuğu, buna rağmen vergi indirimlerinin ve adrese teslim teşviklerin gırla gittiği bugünün şartlarında bu vatandaşın şirketinin rekabet ederek hayatta kalmasının mümkün olmadığını söylememe gerek yok, zira her gün örnekleri önümüzde yaşanıyor. Bu, muhalefetin güvenli bir mesafeden yaptığı gibi, yalnızca beşli çeteye ya da AKP döneminin yarattığı zenginlere sataşarak geçiştirilebilecek bir durum değil. Kimin zengini olduğu, milli bayramları mı dini bayramları mı daha şevkle ve büyük bütçeli reklamlarla kutladığı fark etmeksizin, Türkiye’nin çürük sermaye yapısı düzeltilmeden işgücünün yapısı da, bu işgücünü oluşturan insanların refah seviyesi de düzeltilemez.
İktisatta da sıkça kullanılan bir bilimsel yöntem vardır: Araştırılan değişkenin duruma etkisini ölçebilmek için onun dışındaki diğer tüm unsurların sabit olduğu varsayılır - ceteris paribus - yani tüm diğer unsurlar sabitken. Diğer tüm unsurlar sabit kaldığı takdirde, yani seçim öncesi yapıldığı gibi para basılarak yapılan asgari ücret artışı ve emekli maaşı zammının yarattığı sonuçları (en basiti enflasyon) hepimiz beraber yaşamıyor muyuz? 2023 seçimleri öncesi iktidar (şimdi muhalefetin istediği gibi) habire asgari ücret ve emekli maaşı zammı açıklarken, ‘eski’ CHP’nin ekonomi yönetimi bozuk plak gibi Merkez Bankası bağımsızlığından ve bütçe disiplininden bahsediyordu. Bugün ise adeta anlaşarak rol değiştirilmişçesine iktidar Merkez Bankası bağımsızlığı ve bütçe disipliniyle övünürken ‘yeni’ CHP emekli maaşları ve asgari ücret için miting yapıyor, Cumhurbaşkanı’na, Hazine ve Maliye Bakanı’na gidip maaşlara zam istiyor.
Herkesin bildiği ancak kimsenin dillendirmediği gerçek ise, var olan sistem içerisinde, yani diğer tüm unsuların sabit olduğu durumda hem Merkez Bankası’nın bağımsız, hem bütçenin dengeli olduğu, hem 'rasyonel' ekonomik politikaların takip edildiği, hem de asgari ücretli ve emeklilerin keyfekeder yaşadıkları bir Türkiye mümkün değil. Özgür Özel de, kariyerli CHP iktisatçı ve ekonomistlerinin tamamı da gayet iyi biliyor ki var olan sistem içerisinde devletin emekliye, ucuz krediyle yüzdürülen şirketlerin de asgari ücretliye yapacakları zamlar ekonomiyi tekrar ısıtacak, enflasyonu tetikleyecek, emeklinin ve asgari ücretlinin sağ cebinden giren para sol cebinden buharlaşacak. CHP yönetiminin büyük önem atfettiği görüşmede Mehmet Şimşek de kendilerine muhtemelen bu ayarda bir şey söyleyecek, kibarca Nebati döneminde CHP'nin ekonomi kurmaylarının söylediklerini hatırlatacak ve konu kapanacaktır.
CHP ekonomi yönetimince gündeme getirilen ve görüşmeye taşınacağı söylenen ikinci konu tarımsal destekler konusu... Aynı yüzeyselliği ve politikasızlığı burada da görmek mümkün, zira önerilen çözüm devletin daha yüksek taban fiyat vermesi, çiftçiye destek olunması, herkese para saçması, herkesin mutlu mesut yaşaması... Herkes biliyor ki var olan sistem içerisinde devletin çiftçiye daha çok destek veya daha yüksek taban fiyat verdiği, hem Merkez Bankası'nın bağımsız olup 'rasyonel' ekonomik politikaların izlendiği, hem de bütçe hedeflerinin tutturulduğu bir senaryo mümkün değil.
Ve tabii ki Özgür Özel de gayet iyi biliyor ki, ekonomik rasyonalite adı altında, serbest piyasa bahanesi arkasına gizlenerek tarımsal üretimi efektif olarak bitiren uygulamaların yasalaştırılacağına dair niyet mektuplarının ilki, henüz ne Nebati, ne Cumhurbaşkanlığı sistemi, ne de her şeyin suçlusu olarak gösterilen ‘tek adam’ Erdoğan’ın henüz ortalıkta olmadığı 1999 yılının 9 Aralık gününde; sonuncusu ise bazı CHP ekonomistlerine göre ekonominin çok güzel olduğu, Erdoğan’ın liberal prensleri Babacan ve Şimşek’in mutlulukla at koşturdukları 2005 yılında IMF'ye verilmişti. Yine herkes çok iyi biliyor ki, buğday, çay gibi tarımsal ürün prim ödemeleri 9 Aralıkta verilen mektupla taahhüt edilen yasalarla kaldırılmıştı.
Üretici birliklerinin tasfiyesiyle çiftçinin örgütlülüğünü kıran, kamuya ait fabrikaların satılarak çiftçinin tohum ve gübre maliyetlerine tavan yaptıran, son olarak çiftçinin Ziraat bankası üzerinden krediye ulaşmasının engellenerek artan maliyetleri karşılayamaz hale gelmesine neden olan; yani serbest piyasa bahanesiyle çiftçinin batırılıp tarımsal alanın vahşi büyük sermayeye terk edilmesi ve tarımın tasfiyesine giden yolun temeli olan yasalar, CHP yöneticilerinin öve öve bitiremediği, Mehmet Şimşek'in de manevi babası diyebileceğimiz Kemal Derviş'in Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olduğu 13 Mart 2001- 10 Ağustos 2002 tarihleri arasında hazırlanıp/çıkarılmıştı.
Görüşmede Şimşek'e açılacağı söylenen bir diğer konu olan Kamu-Özel İşbirlikleri konusu ise evlere şenlik. Zira CHP yönetiminin bu konudaki tavrına bakılırsa, CHP'nin, sağın 'babası' Süleyman Demirel'den bile daha sağda pozisyon almış olduğu görülebiliyor. Demirel 1987 yılı bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmada -TBMM tutanaklarında duruyor - yabancı para ile borçlanılmasına karşı çıkarak yerli sermaye ve mühendislerimiz köprü, yol, hastane yapımı için yeterlidir, dışarıdan alınan borç para ile bu işler yapıl(a)maz diyordu. Şimdinin CHP'li ekonomi kurmayları ise Kamu Özel İşbirlikleri (KÖİ) sözleşmeleri ile köprü, yol, hastane vb. işlerin yapılmasına karşı çıkmak yerine, yalnızca (17. niyet mektubunda yer alan taahhüt karşılığı çıkarılan) Uluslararası Yatırım Tahkimi yasasına göre yapılan ödemelerin kamuoyu ile paylaşılmasını talep ediyor. Küreselleşmenin tersine döndüğü, sermaye savaşları ihtimalinin giderek güçlendiği, gümrük duvarlarının yükseldiği ve korumacılığın arttığı bir dünyada dahi CHP neoliberal dogmalardan kurtulabilmiş gibi görünemiyor.
Kısacası, başa dönersek, Özel'e ve yeni CHP'ye zaman tanınmalı elbet ama, bunaltıcı düşlerden uyanılan sabahlarda ekonomiyi düzeltmek için verilen vaatlere bakınca bu pek mümkün olmuyor. Günümüz Türkiye'sinin zaten az olan uluslararası rekabetçiliği emeğin baskılanması sayesinde mümkünken, emekliyi, emekçiyi bilerek açlık sınırının altında bir maaşa mahkum eden sistemi savunup sonra da bu sistemin doğal sonucu olarak ortaya çıkan sorunları iktidara aktarıp çözüm önerilerimizi sunacağız diye konuşabilmek için mi CHP'de 'değişime', yani, yeni yüzlere ihtiyaç duyuluyordu?
CHP'de değişim, mülksüzleştirmenin bir yöntemi olan özelleştirmeye karşı çık(a)madan, Kamu-Özel İşbirliği adı verilen ve aslında kamu kaynaklarının talanına tekabül eden yönteme itiraz etmeyip, edemeyip sadece ödeme planlarının açıklığının savunulması için mi yaşandı?
Adını koyalım, CHP yönetiminin, AKP'nin izlediği ekonomi politik hatta ilişkin bir eleştirisi yok gibi görünüyor. CHP yönetiminin bu yaklaşımı, AKP'nin izlediği yolun doğru, uygulamanın yanlış olduğu varsayımına ve 'Biz aynı şeyi, ama daha iyi yaparız' iddiasıyla siyaset yapmaya dayanıyor. Bu varsayım ve anlayış, Türkiye ekonomisinin talanının başladığı 1980 yılından beri düzenli olarak ortaya çıkan krizleri, içine düşülen cari açık ve dış borç sarmalını ne açıklamaya ne de çözmeye yetmediği için ömrü de uzun olmayacaktır.
Bu ekip de kendi miadını doldururken Türkiye'nin acil ihtiyacı ise devam ediyor: Herkesin bildiklerini politikaya çevirerek ülkenin önüne bütünlüklü bir yol sunacak, gerektiğinde bu yolu açacak bir siyasete ihtiyacımız var...