Sonradan ABD'nin 34. Başkanı seçilerek iki dönem Başkanlık koltuğunda oturan Dwight D. Eisenhower, İkinci Dünya Savaşında Hitler'e karşı açılan batı cephesinde yer alan müttefik kuvvetlerinin başkomutanıydı. Overlord harekatını planladı, Normandiya çıkarmasına karar verip, planlayıp, yönetti.
800 bini Amerikalı, 20 bini Kanadalı ve 180 bini de İngiliz olmak üzere 1 milyon genci Normandiya'ya gönderip hem onların, hem bölgede yaşayan sivillerin hayatlarının, hem de savaşın etkilediği tüm dünyanın yükünü ağır bir sorumluluk olarak üzerine alan "Ike", son müttefik askeri de çıkarma için İngiltere'den ayrılıp Fransa'ya geçtikten sonra, ancak henüz çıkarmanın ve savaşın yönü belirsizken yazdığı mektupta "Saldırı, mevcut bilgi ve şartlar altında en mükemmel şekilde planlandı. Herhangi bir başarısızlık sebebiyle bir kusur ve suç atfedilecekse, bu sorumluluk sadece benimdir" diyerek bütün sorumluluğu kabul ettiğini tarihe not düştü.
Güç/erk kullananlar ağır bir sorumluluk taşırlar. Yetki ve sorumluluk birbirinden ayrılamaz, bir bütünü oluşturur. Dolayısıyla başarı kadar başarısızlık da, yetkiyi taşıyanlara aittir. Eisenhower'ın, Hitler faşizminin durdurulmasında yaptığı katkı ile ülkesinde kahramanlaşarak ABD Başkanlığına kadar yükselmesi gibi hikayelerin yanında tarih; başarısız olduğu için artık esamesi okunmayan nice komutan ve devlet adamının hikayeleriyle doludur.
Ülkemizde ister iktidar erkine kavuşanlar olsun, isterse aday adaylarının arasından sıyrılmayı başararak iktidara talip olabilecek pozisyona gelen, ancak sayısız kere denemelerine rağmen yenilenler olsun, Cumhuriyetin kurucularının ardından gelenlerin istisnasız tamamının, karşılaştıkları önemli sınavların çoğunda başarısız olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor.
Aslında meselenin, ülkemiz siyasetinde sahne alan aktörlerin, diğer ülkelerdeki meslektaşları gibi, yeteri kadar bilgili, yeteri kadar cesur, yeteri kadar zeki veya yeteri kadar adanmış olmamalarından değil, büyük ölçüde demokrasimizin kalitesi ile ilgili olduğunu düşünüyorum.
Eğer bizdeki demokrasi, sözlükte yazdığı gibi 'siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi' olarak işlev görseydi, zaten sahnedeki figürlerin hepsi işsiz kalmış olur, dolayısıyla kimin ne kadar cesur, ne kadar zeki, ne kadar adanmış olduğunu tartışmaya gerek kalmazdı.
Öyle ya, sadece 20 yıldır iktidar olanlarla da sınırlamadan, ne iktidar erkini kullananların, ne de "Ben ya da biz daha iyisini yaparız!" diye iktidara talip olanların, ülkemizdeki hangi sorunu kalıcı olarak ortadan kaldırdığı ya da Türkiye'yi hangi plan, program ve eylemleri ile bir milim ileriye taşıdığı sorularına verebilecek aklı selim ürünü bir cevabı olan kimse yok. Türkiye'de "Ben başarısız oldum." diyerek hiç kimsenin sorumluluk aldığını da ne gören, ne duyan var.
Gerçi ortada hiçbir başarı yok demek biraz haksızlık olacak, zira iktidarıyla muhalefetiyle el birliğiyle başarılan bir şey var: Demokratik değerlerin el birliğiyle önemsizleştirilmesi ve işlevsizleştirilmesi. (DEVAMI YARIN)