Seçim sancılarının yoğunlaştığı ülkemizde, bozulan ekonomik göstergeler AKP iktidarını sarsarken, Erdoğan yeniden iktidar olabilmek için bir mucize arıyor.
Seçeneği fazla değil;
Birincisi; neoliberal uluslararası sermaye, ABD'nin neocon'ları ve bunların Avrupalı 'yoldaş'larının 2001 krizi ile kutusuna koyup kurdelasını bağlayarak kendisine hediye ettiği iktidarı devretmek ve (olursa) sonuçlarıyla yüzleşmek.
İkincisi ise zor olan yol: Batıyla arasının gerçekten açılmaya başladığı ve döviz kuru ataklarının başladığı 2018 yılından itibaren ilk kez önümüzdeki seçimde seçmeni ikna ederek 'asaleten' iktidar olmaya çalışmak.
Erdoğan'ın iktidar koltuğuna oturmasından (kesin tarih tartışmaya açık olmakla birlikte) 2018 yılına kadar geçen sürede görünürde iktidarda olan AKP olmakla birlikte AKP'nin aslında bir vekil, bir taşeron olduğunu; asaleten iktidarın ise aslında AKP'yi iktidara getiren ve yukarıda bahsettiğim çıkar gruplarına ait olduğunu artık sağır sultan bile duyup konuşuyor.
Erdoğan ikinci yoldan yürüyecekse, seçime kadar olan sürede önünde iki seçenek bulunuyor;
1- Batıyla, göstergelerin bozulmasına gerekçe gördüğü, kur baskısını azaltacak bir uzlaşma arayacaktır,
2- Bu mümkün olmaz ise, zor olan yolu, yani, onlara karşı iktidarda kalmaya çalışacak yöntemler geliştirecektir.
Eğer ikinci seçeneği uygulamak zorunda kalacaksa, bu da, batıyla takışmalarının ve vekaleten değil asaleten iktidar olma hevesinin sonuçlarını ilk kez önümüzdeki seçimlerde göreceği anlamına geliyor.
Durum böyleyken, iktidar partisi mensuplarının verdikleri beyanatlara ve satır aralarına her göz attığımda, garip bir şekilde, Erdoğan'ın Milletvekili, Bakan yaptığı ya da partisinin yönetiminde yer alan en yakın çalışma arkadaşlarının dahi bu noktaya nasıl geldiklerini, karşılarında oluşturulan büyük koalisyon eliyle neden ve nasıl süpürülmeye çalışıldıklarını doğru kavrayamadıklarını görüyorum.
Bunun en yeni göstergesi AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş'ın geçtiğimiz hafta içinde, tüm dünya ekonomik bir bunalımdayken partililerinin Türkiye'nin durumuna ilişkin kendilerine karşı olan sitemlerine veryansın ettiği açıklaması oldu. Kendisinin ekonominin durumu ve seçim sonuçlarına ilişkin çaresizlik ve çıkışsızlıkla karışık bir kaybetme korkusu yaşadığı açıklamalarında apaçık görülüyor.
Aklına gelen başına gelir mi bilmiyorum ama Mustafa Elitaş deyip geçmeyin. Erdoğan'ın TBMM'de partisini, kendisini temsil görevi verdiği ve AKP'de ilk günden bu yana Milletvekili olarak görev yapan en etkili isimlerin başında geliyor. Hatta, bahsi geçen koltuktaki yoğun sirkülasyon sonucu akıllardan çıktıysa diye söylüyorum, 24 Kasım 2015-26 Mayıs 2016 tarihleri arasında Ekonomi Bakanı olarak görev yapmışlığı dahi var.
Belli ki Sayın Elitaş da damat Berat Albayrak ve diğer birkaç kişinin oluşturduğu grubun dışında kalan ve aslında Erdoğan'ın ne yapmaya çalıştığını doğru kavrayamayanlar arasında. Bu grubun üyelerinin sayısı da hiç az değil. Erdoğan'ın, AKP'li diye ekonominin ya da Merkez Bankası'nın başına koyup çare üretmesini bekledikleri, daha yaşananların gerçek nedenini kavrayamamış olmalı ki, sadece mali ve para politikalarıyla sonuç almaya çalışarak debeleniyor ve en sonunda da bir biri ardına görevden aflarını istiyorlar. Erdoğan'ın sorunu ise 'kur-faiz-enflasyon' diye tariflediği çizgisine, bu fikre ikna olmayan askerlerle savaş kazanılacağına inanıyor olması olabilir.
Uluslararası finans kapitalin çıkarlarına göre düzenlenmiş ve iktidara gelen kim olursa olsun uygulanması şart koşulan ve AKP tarafından da yakın zamana kadar 'başarıyla' uygulanan ekonomik modelin düzenli olarak kriz ürettiği tüm dünyada biliniyor. Bugün Türkiye'de yaşanan yıkım, Türkiye'ye özel bir takım aşırılıkları olmakla birlikte, bu ekonomik modelin doğal ve kaçınılmaz bir sonucu. Tıpkı tüm dünyanın gelir adaletsizliğiyle boğuşması, tek adam rejiminin olmadığı gelişmiş ülkelerde dahi genciyle yaşlısıyla kitlelerin hayat standartlarının yerin dibine girmesi gibi. Olacaktı, oldu.
Sayın Elitaş'tan bahsetmişken, Meclis'te olduğum dönemde kendisi ve Nurettin Canikli ile TBMM'de karşılıklı sert tartışmalarımız olmuştur.
AKP'yi küresel finans kapitalin 'siyasi cariyesi' olarak adlandırdığım, daha o yıllarda izlenen ekonomi politikalarının yıkım ile sonuçlanacağını anlattığım konuşmalarımın ardından başta Mustafa Elitaş ve Nurettin Canikli olmak üzere AKP grup başkanvekilleri konuşmalarıma itiraz ederler, sözlerimi geri almamı isterler, aksi halde de kınama cezası verdirmeye çalışırlardı.
Sonuç olarak bugün kendilerinin yaşadıkları şaşkınlığın şaşırtıcı olmadığını söylemeliyim.
Şaşıran başkaları da varsa eğer belirtmek gerekiyor ki, gelinen noktada Erdoğan'ı hedef haline getiren, iktidarda ona biçilen süre ve vadeden uzun kalmaya teşebbüs etmesi oldu.
Geçmişte de yaşandığı üzere, sistemin göstergeleri bozulmaya başladığında kendisinden önceki iktidarlar gibi seçimleri 'efendi efendi' kaybetse, yoksullaşma ve gelir adaletsizliğinin sorumlusu olarak ilan edilmeyi kabul ederek asıl ve asil sahipleri tarafından tayin edilen ve kitlelere umut olarak sunulan yeni iktidarlara alan açmaya razı gelseydi, bugün muhtemelen kendisinden öncekilerin yaptığı gibi keyfekeder bir emeklilik sürer kim bilir belki de ihtiyaç halinde yeniden görevlendirilebilirdi de!
Uygulanan ekonomik politikaların yarattığı tahribat ise vekaleten tayin edilen yeni iktidar tarafından yapısal reformlar adı altında halkın sırtına yüklenir, (2001'de yapıldığı gibi!) yoksulluğu ve gelir adaletsizliğini yaratarak derinleştiren politikalar makyajlanarak uygulanmaya devam edilirdi.
Erdoğan, şimdi, ilk başta isteyerek rol aldığı, severek oynadığı ve onlarca yıldır da oynanan bu tiyatronun bir figüranı olmayı kabul etmiyor gibi görünüyor ya da öyle görünmek istiyor olabilir. Eğer öyleyse, kendisinden öncekiler böyle bir girişimde (itirazda) bulunmamışken Erdoğan'ın bunu neden kabul etmediğine dair tahmin yürütmek ya da spekülasyon yapmak mümkün. Yukarıda da işaret etmiştim ama yeri gelmişken tekrarlamakta fayda var; sorunu, kendisinden öncekiler oyunun kurallarını çözecek kadar iktidar deneyimine sahip olamamıştı. (Ecevit'in iktidarı kaybettikten sonra geriye dönerek yaşananları değerlendirdiği, en başta, bu ekonomi politikaların mimarı Kemal Derviş'i ihanetle suçlayarak, yaşadığı pişmanlıkları anlattığı röportajları arşivlerde duruyor) Kimin neyi niye yaptığı konusunda spekülasyon yapmak mümkün olsa da anlamsız.
Toparlayacak olursak;
1- Erdoğan Kur'u silah olarak kullanan batı başkentlerinin kendisinden kurtulmak istediğini biliyor.
2-Buna karşı, onların silahı olan Merkez Bankası'nı yanına alarak, kur, faiz, enflasyon sarmalına sokulmaktan kurtulmaya çalışıyor.
3- Küresel finansın 'yıkıcı' etkisinden korunacağını düşünerek de NATO çerçevesinde kalarak bir yandan da barışma yollarını açık tutmaya çalışıyor.
Gelinen noktada, Türkiye'ye çizilen ana çerçeveden çıkmayarak, kur ve enflasyon hedefli mali politikalarla durumu kurtarmaya çalışmanın çıkacağı yol IMF masasıdır.
Sonuç olarak Erdoğan'ın yolu ne olursa olsun, ülkemizde ve dünyada, ezilen ve sömürülen milyonların, küreseli, yerlisiyle sermayenin tahakkümüne karşı halkçı, kamucu, bağımsızlıkçı politik bir aksı inşa etmek için örgütlenmekten başka bir seçeneği yok.