İktidar olmak isteyenlerin, halkın çok açık taleplerine kulaklarını açmaları, bahsettiğim paradigma değişimine kapı aralamaları gerekiyor, bu kadar basit.
Peki bu yeni paradigma nedir?
Batının Türkiye'den beklentileri, Türk halkının batıdan beklentileriyle sürekli bir çelişki halindedir. Bu çelişki bazen doğru anlaşılamadığı bazen de doğru yönetilemediği için sürekli kriz çıkarmaktadır.
Bu iki cümlenin yarattığı sonuçların ağırlığı, koca bir ülkenin on yıllardır hem iç hem de dış politikada nereye gittiğini bilmeden savrulup durmasına yok açıyor.
Hiç uzatmaya gerek yok, lafın kısası, Türkiye batıyla olan ilişkilerinde yeni bir dinamik yaratmak zorundadır. Zira halihazırda var olan dinamik, (tam bağımlılık) ülkenin bu noktaya gelmesinin en önemli sebeplerinden birisidir. Bunu söylerken amacım hamaset yapmak ya da kuru bir batı karşıtlığı propagandası değil. Bunun bir anlamı olmadığı gibi sorunların çözümüne de bir katkısı olmayacaktır.
Ancak objektif olarak bakıldığında ABD'nin hayalindeki Türkiye, dışarıya bağımlı açık bir pazar olarak etliye sütlüye karışmadan gerektiğinde NATO'nun ameleliğini yapan bir ileri uç karakolundan fazlası değildir. Keza Avrupa'nın hayalindeki Türkiye de ucuz iş gücü verip mal alan, bu arada da Avrupa'nın sınırlarını güvenli tutan bir sığınmacı hapishanesidir.
Yapılanlar ve söylenenler artık perde arkasında kalamadığı, aksine sosyal medya gibi yeni iletişim kanalları yoluyla tüm topluma yayıldığı ve bunun yanında AKP iktidarı, sağolsun, bazı şeyleri saklama gereği dahi duymadan açık seçik yaptığı için bu gerçeğin farkına artık seçmen de (özellikle kendi seçmeni de) dahil herkes vardı.
Batının Türkiye'den beklentilerine rağmen, Türkiye'de toplumun ve seçmenin çok büyük bir kısmı batılı ülkelerle yakın bir ilişki kurulmasından, Türkiye'nin dünyaya açık bir ülke olmasından, batı ittifakında yer almasından yana. Doğru şartlarda bunun Türkiye'nin çıkarına olacağına da şüphe yok.
Öte yandan aynı seçmenin büyük bir kısmı, batı tarafından başımıza sarılan belaların kaynağının ve sonuçlarının da artık son derece farkında. En basit örnek olarak sığınmacıların Türkiye'ye geri iadesi anlaşmasına kamuoyunda ne gözle bakıldığını verebiliriz.
(Türk toplumunun batıyla olan sevgi/nefret ilişkisi konusunda batılı düşünce kuruluşlarının Türkiye'de yaptırdığı anketler son derece ilgi çekici ve yol gösterici. Son örnek olarak Amerika merkezli düşünce kuruluşu German Marshall Fund'ın Mart ayında yaptırdığı anket sonucu hazırladığı rapor; Türkiye'de toplumun ciddi bir kısmının batı ülkeleriyle, özellikle de Avrupa Birliği'yle yakın bir ilişki kurulmasını desteklediği, öte yandan batıya ciddi bir şüpheyle de yaklaştığı ve dış politikada Türkiye'nin daha bağımsız hareket etmesi gerektiğini düşündüğünü gösteriyor. Bu bağımsızlık eğiliminin 18-24 yaş arası gençlerde çok daha güçlü olduğu da görülebiliyor.)
Sonuç olarak, artık herkesin (yani düzenin) ipliğinin pazara çıkması nedeniyle yurttaşlar, batıyla kavga etmeyen, ancak gerektiğinde hayır da diyebilecek, bu dengeyi kurabilecek bir siyaset iklimi ve bunu gerçekleştirecek yönetim arıyor. Toplumun talep ettiği değişim daha müreffeh, daha özgür, daha demokratik, daha batılı bir Türkiye yönünde, evet, ama toplum bu yolda batının çöplüğü, sığınmacısının bekçisi, sömürülecek ucuz işçisi olmaya razı da değil.
Bu gerçeğin farkına varamayan, eski siyaset anlayışı ve siyaset unsurlarının seçmen tarafından halının altına süpürülmesi hiç uzun sürmeyecek. Bu olasılık siyasetin merkezinde değişikliğe yol açabilir ve hatta bugün anketlerle ölçülmek için adı bile sorulmayan/anılmayan partiler siyasete müdahale gücüne erişebilir. Bu büyük sarsıntının 6'lı masa mukimlerinin şimdiki konumlarında da değişikliğe yol açması da yakın bir olasılık. Çünkü AKP'deki seçmen kaybının anketlerin ölçtüğünden daha yüksek oranda gerçekleşmesi halinde bu seçmenin ana gövde olarak yöneldiği İYİP'in ana muhalefet partisi olması ve hatta en çok oyu alarak seçimlerden birinci parti çıkması şaşırtıcı olmaz. Tabi ki bu durumun en büyük kaybedeni CHP olacaktır.
Biliyoruz ki 6'lı muhalefeti oluşturan partilerin ekonomi politikası aynı; düşük kur yüksek faiz. Bu yöntem, sıcak paraya bağımlı ve cari açık yoluyla 'büyümek' üzerine kurulu. Örneğin uzun yıllar Ali Babacan ve Mehmet Şimşek eliyle iktidar tarafından uygulanan ve CHP'yi yönetenlerce de övüle övüle bitirilemeyen politikalar bu bakımdan iyi bir ayrıştırıcı olacaktır.
Bu politikaların uygulanabilmesi için yapılması gereken özelleştirmeler, yabancı yatırımcıyı çekebilmek için yapılan 'şirinlikler', içeride sermayeye verilen tavizler, üretimi bitirme, ülkeyi ithalat için açık pazar haline getirme hamleleri ve daha nicesi, 20 yıllık AKP iktidarı boyunca halkın nefretini kazanan politikaların bizzat kendileri oldu.
İşte geçtiğimiz hafta da yazdığım gibi, bunların farkına varan seçmeni, aynı şeyleri yapmaya ikna etmek artık mümkün görünmüyor. İşte bunun için Erdoğan batıya kafa tutuyor görünüyor, Kılıçdaroğlu 'neoliberalizme karşıyım' diyor. Babacan, Davutoğlu, Karamollaoğlu ne ideolojik ne de perspektif olarak denklemde, siyaseten, virgül değerinde bile değiller.
Yapılması gereken, gücünü kapı arkalarından değil halktan alan bir iradeyle batının karşısına çıkmak ve onurlu bir şekilde, kavga etmeden, sürdürülebilir, kabul edilebilir bir denge aramak, muhatapları (batıyı) buna ikna etmektir..."
Sonuç olarak sonuçlara şaşırmanın da, seçmeni suçlamanın da bir anlamı yok. Sonuçlar çarpıcı da değil, şaşırtıcı da değil, isteklerine sürekli olarak kulak tıkanan seçmenin suçu da değil. Erdoğan ve AKP oylarının düzenli düşüşü devam ediyor ancak bezgin, yılgın ve bıkkın kitlelerce merkez muhalefetin gerçek bir alternatif olarak görülmemesi sebebiyle iktidardan kopan oylar toplanamıyor, Türkiye içinde bulunduğu cendereden çıkamıyor. Başka bir açıklama arayanların kendilerini pek yormamalarını tavsiye ederim... (SON)