'Ele verir talkını kendi yutar salkımı' sözündeki gibi buna ilişkin görüntüler, sınırlarını sığınmacılardan nasıl koruduklarını anlatan bir başarı hikayesi olarak Alman yayın organı Deutsche Welle'de yayımlandı ancak habere Türkiye'den erişim kapatıldı. Sunulan görüntülerin ülkemizde fark edilmesi ise gecikmedi; Almanların, yaptıklarıyla övünmek için yayınladıkları görüntüleri Türkiye'de sansürlemeleri ise akla şecaat arz ederken sirtakin söyleyenleri getiriyor.
Türkiye'de seçmenin, özellikle de muhalif seçmenin, tüm bu yaşananlara rağmen kendi taleplerine kulak tıkayanlara 'tıpış tıpış' oy vereceğini zanneden varsa büyük sürprizlere hazırlıklı olmalarını tavsiye ederim.
Ümit Özdağ ile Muharrem İnce'nin partilerinin sığınmacı politikasıyla, Ahmet Türk'ün Kürt politikası nedeniyle ortaklaştırdıkları seçmen tabanının homejenliğinde gedik açtığı 6'lı masa muhalefeti ise İmamoğlu gibi güçlü bir adayı dahi koruyamazken ortaya çıkan işaretler, Erdoğan, 20 yıllık tecrübesiyle hem içeride hem de dışarıda elini giderek güçlendirmeye başladığı yönünde.
Bunun ilk işareti olarak Rus-Ukrayna savaşındaki diplomasisi ile batıda popülaritesini arttırmasını bir tarafa koyalım. Bunun yanında Rusya ile kurduğu ilişkiyi kullanarak, en son Merkez Bankası yasasında yaptığı değişiklikle Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu döviz için Rus sermayesine güvenli kapı açtı. Bu adım, ekonomi üzerinde dolar baskısını azaltırken kendisinin de siyasi olarak nefeslenmesine imkan verebilir.
Erdoğan'ın şansının dönüyor olmasının ikinci işareti de, Rusya'ya karşı Finlandiya ve İsveç'i NATO'ya almak için, bunu veto etme şansı olan Erdoğan'a karşı doların ipini elinde bulunduranların sıkılı yumruklarını açmak zorunda kalacak olmaları. Bunu bilen Erdoğan, Yunanistan'ın NATO'ya dönüşüne onay veren 12 Eylül yöneticilerini hatırlatarak "Finlandiya ve İsveç için olumlu düşünmüyoruz." açıklamasıyla açılışı yaptı.
Erdoğan yılların verdiği tecrübe ile bu tehditleri diplomatik kanallarda eritip meseleyi çözüme taşırken en çok sıkıştırıldığı alandan, dövizin fiyatlandırılması üzerinden kurulan baskının hafifletilmesi talebinde ısrarlı olacağını varsayabiliriz.
Ama batılı başkentlerin endişeli olduğunu sanmıyorum, Erdoğan onlar gibi oynamayı öğrendi! Yani telaşa gerek yok, Erdoğan eser gürler, istediğini almaya çalışır, aldığını, kopardığını yeterli bulmasa da NATO'yu ve NATO'culuğu 6'lı masaya 'kaptırmaz'.
Sonuç olarak gelinen noktada, 6'lı muhalefetin seçimlere dönük iki 'muhtemel' beklentisini revize etmesi gerekebilir. Bunlardan birincisi;
Cami cemaatinde yetişmiş, ülkücü kökenli bir Karadenizli ve şimdiki AKP, İYİP, Saadet, Deva, Gelecek partililer ile duygudaşlık içindeki eski bir ANAP'lı olarak Erdoğan'a karşı her kesimin duygudaşlık kurabileceği ve ona karşı, seçimlerde ciddi bir aday olarak yarışma potansiyeli taşıyan İmamoğlu gibi bir fenomeni kaybettiler. Kaybettiler dememin sebebi, İmamoğlu'nun kendini yeniden üretebilecek zihni ve entelektüel kapasitesinin olup olmadığını bilemememden kaynaklanıyor. Mürettabatının tecrübesiz ve bu birikimden yoksun olduğu ise, takayı Karadeniz'in karanlık sularında batırmış olduklarından belli. Dolayısıyla, Erdoğan'ın karşısına aday olarak çıkma şansı dünden daha zayıf. Takasını onarıp yolculuğa devam edip edemeyeceğini göreceğiz.
6'lı masa muhalefetinin revize etmesi gereken ikinci planı ise Erdoğan'ın, Biden'in ABD Başkanlık koltuğuna oturmasının ardından çıkışlarıyla görünür olan batı başkentlerinden dışlaması beklentisi. Böylelikle bunun doğal yansıması olarak da ekonominin içine düşeceği döviz ihtiyacının karşılanamayacağı ve sonuç olarak da daha da kötüleşecek ekonomik göstergelerin AKP'nin gidişine vesile olacağına dair senaryosu.
Bu senaryo da (henüz) gerçekleşmediği gibi Erdoğan, özellikle dışarıdaki gelişmeler (savaş ve NATO'nun yayılma projesi) gibi kendisinin de hesaplamadığı fırsatlar nedeniyle gücünü arttırıyor.
Ama tüm bunların yanında asıl akılda tutulması gereken ise ülkemizde yaşanılan sorunların kaynağının kontrolsüz kapitalizm olduğu gerçeği. Ne Kürt sorunu, ne sığınmacı mevzusu, ne de bir başka bir gündem bundan ve birbirinden bağımsız değil.
Dolayısıyla, sadece bir meseleye odaklanan, diğer her şeyi arka plana atan, sömürüyü ortadan kaldırmayı hedeflemeyen, bunu öncelik haline getirmeyen hiçbir anlayış aklınızı bulandırmasın.