İşte yazının girişinde bahsettiğim, eski küresel ve neoliberal sistemi savunan gelişmiş ülke çevrelerinde de uzun yıllardır aynı bilişsel çelişki yaşandı. Kanıtlar çok açıkça önlerinde olduğu halde politika yapıcılar, bazen çıkarları gereği, ama çoğunlukla inançlarıyla çelişen kanıtları görmezden geldiklerinden dolayı yaşanan değişimin başlaması çok uzun yıllar aldı.
Ancak bir şeylerin yanlış gittiğinin kabul edilerek çözüm arayışına girilebilmiş olması dahi bize çok şey anlatıyor. Yazılarımda sık sık batıdan örnek vermem batının her şeyin en doğrusunu bildiklerini düşünmemden değil, doğruyu arayış yöntemlerine dikkat çekmek istememden. Keza bu yazının esas konusu da tam olarak bu: Batıda yaşanan değişim değil, Türkiye'de yaşanamayan değişim.
Türkiye'de siyasi partilerle seçmenin ilişkisi, ki bunu siyasi parti ayırt etmeksizin söylemek mümkün, yukarıda bahsettiğim tarikat-mürit ilişkisine dönmüş durumda. Seçim yaklaşırken vaatler veriliyor (uzay gemisi gelip hepimizi kurtaracak), seçmen gidip oyunu partisine veriyor, seçim geçtikten sonra vaatler unutuluyor (uzay gemisi gelmiyor), seçmen de yapılan açıklamaya inanıyor (dualarınızla kurtulduk, uzay gemisi o yüzden gelmedi), bir sonraki seçimde yine gidip partisine oy veriyor.
Bu kısır döngü tüm partilerin seçmenleri için geçerli. Muhalefet seçmeni kendi partilerinin garipliklerine tepki göstermeden, iktidar partisinin garipliklerine tepki göstermeyen iktidar seçmenini eleştiriyor. Bu kısır döngüyü kırmaya çalışan, partisini ya da eski siyaseti eleştirmeyi göze alan bir çok kişi ise muhalefete muhalefet etmekle suçlanıp, eleştiriliyor.
Kimsenin hatasını kabul etmediği ve kendi hatasını kabul etmiş olmamak için başkasının hatasını sorgulamadığı bu ortamda Türkiye krizden krize, bunalımdan bunalıma sürüklendiği halde iktidar partisi kamuoyu araştırmalarına göre (hala) birinci parti ve hala seçim kazanabilme potasında yer alıyor.
Gelinen noktada, Cumhuriyet tarihinin en önemlisi (her seçime öyle denir de!) olduğu söylenen seçimin arifesinde tüm ülkenin geleceği, birkaç milyon seçmenin, bilimin, doğanın ve insan psikolojisinin kaidelerine aykırı olarak hatalarını kabul etmeleri ve parti değiştirmelerine bağlanmış durumda. Ülkenin yoksulluktan kırıldığı bir ortamda belki bir seçim kazanılabilir, ancak var olan dinamiklerle ihtiyaç olan gerçek bir değişimin yaşanmasını beklemek ise 'uzay gemisinin geleceğini ummak' gibi bir hayal.
Kaldı ki o seçimin dahi kazanılıp kazanılamayacağı dahi belli değil. Her halükarda, öncelikle içinde bulunduğumuz durumun problemli olduğunu, özellikle muhalefet tarafından bir şeylerin yanlış yapıldığını kabul etmek gerekiyor. Krizden krize savrulan bir ülkede iktidarın %30'un altına inmemesi, tüm muhalefetin birleşerek dahi seçim kazanıp kazanamayacağının belli olmaması, herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesini gerektiriyor.
Normal şartlarda bile insanların fikirlerinin değiştirilmesinin çok zor olduğu bilimsel bir gerçek olarak ortada duruyorken, etnik kimlik, din, mezhep, dil, kültür farklılıkları kaşınarak kutuplaştırılmış bir ülkede eski yöntemlerle siyaset yaparak ve aynı şeyleri söyleyerek iktidara gelmeye çalışmak, aynı kısır döngüyü beslemekten başka bir işe yaramıyor.
Seçmenin seçimini rasyonel değil duygusal sebeplerle yaptığı yüzlerce yıldır bilinen bir durum, keza temsili demokraside seçmen, kendisi adına kullanması adına yetkiyi temsilciye boşuna vermiyor.
Yetki sahibi temsilcilerin, batılı eşdeğerlerinin yapmayı başardığı gibi, duygularıyla ve kusurlarıyla hareket eden alelade bir insan gibi değil, üstlendikleri görevin gerektirdiği akılcı tutumu gösteren, hatalarını kabul edip ders çıkaran olgunluğu gösterebilecek birer yönetici gibi davranması gerekiyor.
Ne yapılmalı? Ne değişmeli? Elimizde bize yol gösterecek çokça seçenek var. Ama bunlar ancak problemin varlığının kabul edilmesinin ardından sorulacak sorulardır. Önce birilerinin bazı şeylerin yanlış gittiğini kabul etmesi ve değişim için adım atması gerekiyor. (SON)