ABD başkanı Ronald Reagan ve İngiltere başbakanı Margaret Thatcher gibi muhafazakar liderler, Hayek ve Friedman'ın bir zamanlar radikal olan fikirlerini benimsediler ve zamanla Demokrat Partili Bill Clinton ve İşçi Partisi’li Tony Blair gibi siyasi hasımları da onları takip etti. Bugün CHP’nin ekonomi politikasının Ali Babacan’ın Deva partisinden hiçbir farkının olmaması da aynı yolun sonunda gelinen noktadan fazlası değil.
Dünyanın her yerindeki devletlere ait işletmeler birer birer özelleştirildi. Sendikalar bitirildi, sosyal devletler küçüldü, devletler eğitimden, sağlıktan, her yerden çekildi.
Neoliberalizm düşünce kuruluşlarından gazetecilere, gazetecilerden politikacılara yayılarak tüm insanlığa bir virüs gibi bulaştı. Tüm dünyada sadece sağ ve muhafazakar partiler değil, sosyal demokrat partiler dahi neoliberal öğretilerin aksini düşünemez oldu. 2002 yılında bir akşam yemeğinde muhafazakarların demir leydisi ve neoliberalizmin bayraktarı Margaret Thatcher'a, en büyük başarısının ne olduğu soruldu. Cevap: "Tony Blair ve Yeni İşçi Partisi. Rakiplerimizi fikirlerini değiştirmeye zorladık.”
***
2008 finansal krizi sistemi salladığında kapitalizmin sonunda kendi kendini bitirdiğini düşünenlerin sayısı hiç de az değildi. Ancak kendinden başka herkesi ve her şeyi başarıyla suçlayan sistem, şapkadan parasal genişleme yöntemini çıkararak krizin etkisini zamana yaymayı ve sönümlendirmeyi başardı. Hiç kuşkusuz bunu başarabilmesinin bir nedeni de, gerçek bir değişimin yaşanabilmesi için sosyalizmin geniş kitleleri ikna edecek kuvvetli bir seçenek olarak ortaya çıkarılamaması diyebiliriz.
Şimdi, 13 yıl sonra, daha yıkıcı, daha şok edici ve durdurulamaz bir şekilde kriz yeniden vuruyor. Tüm dünyada enflasyon artıyor, ücretler eriyor, üretim, bilimsel gelişme, refah azalıyor, gelir adaletsizliği kontrolden çıkmış durumda.
Çoğumuzun "teminatlı borç yükümlülüklerinin" veya "kredi temerrüt takaslarının" ne olduğu hakkında hiçbir fikrinin olmadığı 2008 krizinin aksine, koronavirüs krizinin net bir nedeni var. Hepimiz bir virüsün ne olduğunu biliyoruz. 2008'de pervasız bazı bankacılar suçu borçlulara kaydırma eğilimindeyken, bugün neoliberalizmin kendisinden başka suçlayacak kimsesi yok.
Ancak 2008 ile bugün arasındaki en önemli fark, esen rüzgarın yönü. Ortalıkta dolaşan fikirler. Friedman haklıysa ve bir kriz dün düşünülemez olanı bugün kaçınılmaz kılıyorsa, o zaman, bu sefer tarihin çok farklı bir yönü olabilir.
Bundan beş yıl önce dokunulamayacak kadar radikal kabul edilen 'sol' eğilimli fikirler, örneğin servet vergisi, bugün merkez siyasetin dahi diline dolanmış, gündemine girmiş durumda. ABD’de Demokrat Parti’nin sol kanadından gelen eski başkan Obama’nın ekibi, bir servet vergisinin asla işe yaramayacağı ve kabul görmeyeceğini düşündüğü için gündemlerine dahi almamışlardı. ABD siyasetinin en solunda yer alan Bernie Sanders dahi başkanlık yarışı için hazırladığı programında servet vergisi fikrine yer vermeye yanaşamadı.
Oysa bugün, ekonomik olarak daha muhafazakar ve siyasi olarak merkezde duran ABD başkanı Biden, daha solda duran rakiplerinin beş yıl önce cüret edebildiğinin iki katı oranda bir vergi artışını kongreden geçirmeye çalışıyor. Financial Times dahi gelir adaletsizliğini azaltmak adına bir servet vergisinin o kadar da kötü bir fikir olmayabileceği sonucuna vardı!
Margaret Thatcher’ın artık meşhur olmuş, solda duran birisi tarafından duyulunca okkalı bir küfür etme isteği uyandıran, sağ cenahı ise kıs kıs güldüren bir sözü vardır: "Sosyalizmin sorunu, eninde sonunda diğer insanların parasının bitmesidir."
Ülkemizde siyaset yapmaya çalışan herkesin farkına varması gerekir ki, Thatcher’ın bu lafı, doğru ya da yanlış, insanların ekonomik ön kabulleri üzerinde ciddi etkisi olan bir noktaya parmak basıyor:
Bugün neoliberalizmin kabul ettiği ve dolayısıyla dünya üzerindeki hakim görüş, bir ekonomik değerin girişimciler ve yatırımcılar tarafından yaratıldığıdır. Yani ekonomik büyümeyi sağlayan, ülkeleri kalkındıran şey serbest girişim ve serbest piyasa olmakla birlikte, devletin görevi hiçbir şeye karışmayarak serbest girişimin ve piyasanın önünü açmaktır.
***
Bu bizi şu soruya getiriyor: ekonomik değer, ya da zenginlik gerçekte nerede yaratılıyor? Hakim görüşün savunucuları, zenginliğin devletler tarafından değil girişimciler tarafından yaratıldığını iddia ediyorlar, oysa artık dünyada bu ön kabulün değiştiğini son bir aydaki yazılarımda detaylarıyla anlattım.
Öncelikle, hatırlanacağı üzere pandemi yasakları sırasında tüm dünyada hayatın akışının devam edebilmesi için çalışmaya devam eden, yasaklardan istisna tutulan temel meslekler listeleri hazırlandı. Ve sürpriz: bu temel meslekler içerisinde yatırım fonu yöneticisi, banka yönetim kurulu üyesi, pazarlama direktörü, uluslarası vergi danışmanları gibi meslekler yoktu. Dolayısıyla tüm dünya eğitimde, sağlıkta, gıda ve temel ihtiyaç maddelerinin üretiminde asıl önemli işleri kimin yaptığının birden farkına varıverdi.
Keza bugün özel sektör tarafından pazarlanan birçok teknoloji, devletler tarafından finanse edilen araştırmalarla geliştirilmiştir. Varmak istediğim nokta ise şurası ki, sol, Thatcher’ın da imalı bir şekilde belirttiğinin aksine, sadece servetin yeniden dağıtılmasına odaklanmadığını; servetin oluşturulması ve ekonomik değerlerin üretilmesi noktasında da devletin aktif olarak ekonomiye dahil olduğu bir düzleme yönelik somut önerilerle liberallerin karşısına dikilebilmeli.
Dolayısıyla zenginlere daha ağır vergiler, sermayenin ve piyasanın devlet tarafından daha sıkı bir şekilde denetlenmesi gibi adil bölüşüme yönelik önerilerin yanında sol, ekonomik değer yaratılması noktasında da neoliberalizme alternatif politikalar ürettiğini kitlelere daha iyi anlatabilmeli.
SÜRECEK