Horzum her yıl biraz daha sessiz…
Bayram günleriydi bir de… Feke Yolu üzeri taşmış olmalıydı oysa. Kahvehanelerden okey taşlarının şakırtısı gelmeliydi. Manavın, mini marketin, fırının önünde sırasını bekleşen çocuklar olmalıydı. Yol boyuna, dere içine değin araçlar dizilmeliydi…
Akşamüstleri Şırlıhan’a yürüyüşe çıkılmalıydı. Sabahları aynısı yinelenmeliydi. Yalın Kılıç aramızda olmalıydı… Yol kıyısında oturanlar, yolboyu yapanlar çekirdek çitmeliydi. Bir garip buldum Horzum’u. Geçen yıldan daha edilgen, daha içi geçmiş, daha yorgun, daha yılgın, daha da yazgısına kendisini bırakmış. Yaylacı küs gibi, Horzum’a.
Yayla evlerinin birçoğu bomboş. Neden? Daha birkaç gün önce, Horzum’un batıya uzanan dağı üzerinde yer alan Menteşe Köyünde ağıtlar vardı. Gencecik, yaşamdan daha çok ‘alacağı’ olan, yaşama daha çok ‘can katacak’ olan Mehmetçik son yolculuğuna uğurlandı.
Geride eş bırakarak, ana bırakarak, baba bırakarak…
Her yıl biraz daha Horzum’ u yaşanılmaz kılan ne? Biri ‘evden çıkmak masraf, kaldıramıyorum’ dedi. Alım gücünün dalgalara tutulmasından yakındı bir diğeri de. Biz, hükümetin ‘büyüyen, iyiye giden ekonomi’ palavralarının ağzı açık izleyicisi olmayı sürdürelim daha.
Ama dinlenceyi yapamayalım, yayla evine gidemeyelim, geçim kaygının prangasından kurtulamayalım… Horzum’un her yıl biraz daha yalnızlaşmasını, sivrisineklere bırakılmasını izleyelim!
Horzum’u böyle görmeye alışalım! Böyle, sessizliği bozabiliriz sanalım! Yeter ki… Her yanımız ‘ağrı’ içinde… Poyraz vurmuş, ya da deniz tutmuş gibi sendeleyenlerin ‘bolca’ gözlemlendiği; kimi yaşananları kanıksayabilmek için uğraş verirken, kimilerinin ‘kanıksama’ eylemlerine dönük ‘iktidar gücü’ söylemleri uçuşuyor her yanda!
Yeter ki olup-bitenler bilinmesin, Yeter ki her için gerek duyulan ‘adalet’ aranmasın, Yeter ki tarımda dışalımdan doğacak yanlışlar konuşulmasın, Yeter ki hayvancılığın dışa bağımlılığı irdelenmesin, Yeter ki ‘haklı’ gerekçe olmadan içeri atılanlar susturulsun, Yeter ki mili eğitim müfredatı tartışılmasın, Yeter ki zeytinlik alanların ‘talanına’ başkaldırımlasın…
Doğaya, doğanın yapısına, oksijen üretim alanlarına, orada yaşayan canlılarına ‘duyarsız’ olunduğunda; doğa ödün vermez, ağaçlarını kesersin toprak kayması, dere yataklarını imara açarsın sel-su baskını, nükleer yapılaşmaya izin verirsin hava koşullarının değişmesine ‘neden’ olursun!
İnsana, insanın toplu olarak yaşadığı alanlara ‘duyarsız’ olunduğunda; önce sorunlar yığılır, yığılan sorunlar insanları bir arada buluşturur, bu iktidarların ‘bindirme’ kalabalıkları gibi biatçı değildir, sorunun çözümü için yollara taşar, yollar ev-yurt-bark olur, asıl yapılması gereken insanlara buralara gelmeden sorunların çözülmesidir…
Oruç ayı geçti…
Ay boyunca yüzde onları, onbeşleri bulan fiyat artışlarıyla pazarlar, marketler gönenirken; dargelirli, emekli, memur, işçi, tüketici gidecek bir yer, başvuracak bir kurum bulunmayışından dolayı suskunluğunu korudu!
Tutukevlerinde ‘neden’ yattıkları bilinmeyen onlarca tutuklunun, ‘neden’ yattıkları bilinenlerle aynı koşullarda duruşma gününü beklemelerine karşı oluşan ‘sivil inisiyatif’, Ankara’dan başlatılan ‘adalet yürüyüşü’ ile anlam bulmaya çalışırken; yine iktidarca ‘yaşananlarla’ ilişkisi olmayan ‘ağır’ suçlamalarla karşı karşıya… *** Ağrılarımız her geçen gün biraz daha büyürken;
Yeter ki sus, Yeter ki konuşma, Yeter ki muhalefet olma… Susana, konuşmayana ‘her gün bayram’ değil mi? Deli mi ne?