Toklukla açlığın, çalışmakla çalışmamanın, ereğe varmakla varamamanın, dünya
ergilerinden(nimetlerinden) yararlanmakla yararlanmamanın, çocuğuna şeker
vermekle verememenin, gülmekle gülememenin, yaşamı sevmekle sevmemenin,
geçmekle geçmemenin, gece ile gündüzün arasındaki ayraç gibi...
Yaşamda yaşamamanın, sevdalıya sarılamamanın ayracı...
Günümüzün modern(!), çağcıl(!) kafaları insan yaşanımdaki bu ya da bunlara
benzer uçurumları ortadan kaldırmak ‘amacına’ ulaşamamış olsalar da; bir tike
yardımcı olabilmek için bazı yöntemler deneme gereği duyarlar; duymuşlardır da.
***
Ülkemizde, oruç ayına özgü ‘oruç bozum çadırlarının’, yine geçen yıllarda olduğu
gibi, o aya özgü ‘yardım paketlerinin’ yardımlaşma amacına yönelik düzenlendiğini
büyük medyamızın allıpullu süslemeleri eşliğinde izleyeceğiz, birkaç ay sonra...
Bir yandan ‘yardım’ sahibinin gösterdiği duyarlılık konuşulacak.
Bir yandan da ‘yardım paketlerinden’ birine ulaşabilmek için yırtınanları gördükçe
yerimizde yırtınacağız.
Birini göreceğiz. Taşı sıksa suyunu çıkaracak güçte biri... Sırada beklerken
başının eğikliğini görmeyeceğiz. Yüzünü sakladığını, gözlerini gizlediğini...
Taa arkalarda... Bastonla iki büklüm dağıtım alanına gelmiş, titreyen dizlerinden
güç almaya çalışan yaşlı amcayıteyzeyi de görmeyeceğiz...
Varsa yoksa ‘dağıtım yapanın’ ismicismi...
Bir de çırpınan, dellenen, parçalanan, yaralanan insanımızın elindeki ‘bir tike’
yardımı...
***
Miting alanı gibi birikmiş insanların bakışlarındaki açlık her geçen anla birlikte
irileşirken, paket dağıtıcılarının takındığı tavır, kabalık, ‘hakarete’ varan sözler
kalabalığın arasına bir ‘göz yaşartıcı’ gibi dağılacak, dağılmaktan da öte onur
‘yardım’ adı verilen ‘olguyu’ ağlatacak, kanatacak....
Bunun adına ‘yardım’ denilmesini içimizde sindireceğiz bizde...
***
Bir şeyi düşünüyorum...
İyiliğin, yardımlaşmanın, sadakanın ‘gösterişsiz’ olması gerekmez mi?
Bağıra bağıra, çağıra çağıra bunların olamayacağı; insanı kıracağı, tembelliğe
iteceği, emeksiz yaşamı kamçılayacağı bilinmiyor mu?
Bunlar, son yılların en garip gelişmeleridir bana göre...
***
Birkaç yıl önce dışarıda(Almanya’da) yaşayan bir tanıdıktan duymuştum.
Böyle bir şeyi yapan yapar da, alan nasıl alıyor, demişti. Neden, diye sorduğumda
da; bu bir suçlamadır, sen yapamazsın, sen bilemezsin, sen başaramazsın, ben
olmazsam açsın, bu ülkenin kalabalığısın demektir. Bu sözleri kimseye söyletmem,
demişti.
Bulunduğu ülkenin yaşlılarını, işsizlerin sormuştum.
O da yanıtlamıştı:
Elbette yaşadığım ülkenin de iş yapamayanları, yaşlıları, dışarıdan gelecek
yardımla yaşamını sürdürecek olanları var. Ama buradaki gibi süründürülmez
orada. Kimseye söylenmez. Ulu orta sıraya girdirilerek ellerine paket
tutuşturulmaz. Bir de yalnız bir ayla sınırlı olmaz. Süreklidir.
Birini biliyorum. Adam esrar bağımlısı... Hiçbir iş yapmaz. Belli dernekler vardır,
orada. Adam varıp haftalık kullanabileceği esrarını da alır, harcayacağı parasını
da. Kullanabileceği esrar, adamın normal yaşamını sürdürmesinde gerek duyduğu
miktardır. Miktarı zamanla düşürürler.
Bir de çalışamayan yaşlılar vardır. Onların da ellerinde kartları vardır. Kartlarıyla
her şey alırlar... Buradaki gibi ne aşağılanırlar, ne de sürünürler...
* * *
Bizde neler oluyor böyle?
İnsanımız nerelere sürüklenmek isteniyor?
Küçük Amerika olmanın, işini bilmenin, köşeyi dönmenin hayalleri ile günleri
bitirtilen yurttaşımızın, şimdi de çalışmadan, düşünmeden, bilmeden kalan zamanı
doldurması bekleniyor.
İş vermiyor, gaz veriyor!
İş vermiyor, caz dinletiyor!
İş vermiyor, haz al diyor!
‘İnsan olmanın’ en önemli özelliklerinden biri, yardımlaşmadır,paylaşmadır da...
‘İnsan’, insanı 'insan' gibi görmelidir de...