70’li yıllar. Baba, Ankara Demirspor’da yönetici. Erman Toroğlu’nu transfer etmek için fırsat arıyor. Maçını izlemeler, yemekler, ikna turları… Bir türlü başarılı olamamıştık Hocamı Ankaragücü’nden koparmaya. Ancak dostluk baki kaldı.
Erman hocam bir televizyon programı için, ben ise uzun yurtdışı deneyimi ardından İstanbul’a yerleştim. Ankara’da büyüyenler bilir. Hep bir yabancıyızdır biz bu Şehr-i Stanbul’a. Çevremizde bizi anlayacak olan yine bir “Angaralı”dır. İşte eski dostluk, gurbet ve ortak hobiler bizi yine karşılaştırdı. Ben futbolu severim, hoca da gezmeyi. Bazı zevklerimiz de ortak olunca, vaktimizi hafta sonu maçlara, hafta içi ise gezilere ayırıverdik.
30’u aşkın ülke gezmişiz birlikte. Gezi dostları, gezi ritüelleri oluşturmuşuz zamanla. Örnek, klasik yurtdışı gezimiz minibüsümüze erzak temini ile başlar. Henüz sabahın erken saati de olsa markete uğranır. Bir şişe cin, taze sıkılmış tropik meyve suları, kuruyemiş ve bir torba buz alınır. Hoca, kişi sayısına göre bardakları dizer, bir kimyacı edasıyla malzemeleri oranlayarak karıştırır. Şerefe… Lokal rehberi de çemberimize alabilirsek o şehir turu, gece yarısı turu olana kadar neşe içerisinde devam eder…
Bu cin işini zaman zaman abarttık; Ör. Filipinler’de bir akşam yemeği sonrası eğlence mekanlarını dolaşacağız. Saat henüz 21:00. Ortamın ısınmasına en az 2 saat var. 7Eleven mağazası bulduk. Erzaklarımızı aldık. Dükkan önündeki plastik masa ve sandalyelere oturduk. Aldığımız bir torba buzu da marketten aldığımız, siz deyin buz, ben diyeyim çöp kovası büyüklüğünde bir kovaya koyduk. Ancak aldığımız plastik bardaklar ufacık, çay bardağından hallice. İki buz atınca bardak doluyor. Sonra neresine meyve suyu, neresine cin koyacağız bilemedik. Bir iki deneme sonrası “saki” yani hocam, yok dedi bu böyle olmaz. Aldı kovayı eline, döktü suyunu yere, meyve suları ve bir şişe cini de kovanın içine. Eliyle de şöyle bir harmanladı. Haydi dedi buyrun için. Sırayla başladık koskoca kovayı kafamıza dikmeye. Dükkanın güvenlik görevlisi bizi işaret ederek arkadaşlarını çağırdı. O, bu, şu derken bir baktık tüm mağaza, onlarca kişi camdan bizi seyrediyor. Kim takar… Son damlasına kadar bitirdik kovanın içindekileri.
Alkol kovada durduğu gibi durmuyor tabi. Kova faslının ardından gittiğimiz Manila disco’ları bizi açmadı. Kültür farklı, müzik farklı. 2,3 mekan değiştirdikten sonra rastladığımız sosyetik Filipinli kadın bizi şehrin en lüks eğlence mekanına götürdü. Sabaha karşı gürültüden başımız ağrıyınca attık kendimizi dışarı ve kendi müziğimizi yapmaya karar verdik. Grubun hepsi Ankaralı. Başladık oynamaya. Oy farfara farfara, ateş düştü şalvara, ağzım dilim kurudu, kız yalvara yalvara.. Meraklı bakışlar atan Filipinlileri de aramıza aldık. Göbek atmayı değil ama en azından şarkının nakaratını öğrettik. Haydi hep beraber, omuzlar yüksek, kollar havaya, kafa yan… hoppaa “tara nam tara nam taranara nam…”