Başınıza bir iş gelince anlıyorsunuz ancak muhatabınızın ne yaptığını, nasıl olduğunu! O vakit de ‘her şey boş’ diyerek kararınızı vererek susuyorsunuz.
Son dönemlerde yaşanan ekonomik rahatsızlıklarda, hak aramada, hakkı teslim etmede, ölümlü iş kazalarında, madenlerdeki patlamalarda üyesi olduğunuz sendikaları ve onların tutumlarını görünce ‘sendikalar da boş’ diyorsunuz.
Sendikalar üyelerinden para temin ediyor. Devletten sendikaya üye olan kişiler adına para alıyor. Yaptıkları ne?
Koca bir hiç!
Bakın etrafınızdaki tüm sendikalara, ‘başınız düşerse dara, bizi ara’ diye ortalıkta dolaşırlar. İş başa düşünce de ‘sessiz’ kalmayı tercih ederler.
Tüm sendikacıların altındaki makam araçlarına, harcadıkları paralara, elinde bulundurdukları imkânlara bakın hepsi ‘LÜKS’ içinde yaşarlar. Bazı istisnalar hariç…
İş üyelerin hakkını savunmaya gelince de ‘Sarı sendika’ konumuna düşürler.
Türkiye’de sendikacılık da tarihe karıştı bence. Varlıkları ile yoklukları arasında bir fark kalmadı. Böyle mi olmalı? Hayır...
Avrupa’da sendikacılık faaliyetleri yön veren, hak kazanan, insanların sığındıkları liman konumundadır. Bizdeki sendikacılık ise siyasi partilerin arka bahçeleri olma niteliğindedir. Hangi partiye yakın iseniz sendikal faaliyetlerinizi buna paralel olarak yönlendirdiğiniz konuma düşerseniz o vakit varlık sebebiniz ortadan kalkar.
Uzun yıllar sendika üyesi olan ve bugün emekli konumuna düşen, aktif olarak da siyasetin içinde bulunan bir arkadaşım ile başından geçen sendikal faaliyetler üzerine konuşurken yaşanmışlıkları dinleyince hayretler içine düştüm.
Bu nedenle sendikaların bağımsız, iktidardan etkilenmeden ana gayelerinin ışığında hareket etmelerini bekliyorum. En azından temenni ediyorum. Gerçekleşir mi?
Çok zor ama inşallah diyelim.
Bir kurumda çalışıyorsunuz. O kurum bir sendikaya yakın. Mecburiyetten sendikaya üye oluyorsunuz. Bir de böyle durum var. İşinizden olmamak adına mecburiyetten üye oluyorsunuz. Yoksa işinizi kaybediyorsunuz.
Aydınlık yarınlara kavuşmak dileğiyle.