Adana’da inşaat işçiliği yaparken, o yıllarda ‘işçinin günlüğü’ yazmaları elime geçtiğinde garip bir söylenti içerisinde olurdum toy yanımla.
Onun toyluğuyla birlikte kendimi çimento torbalarının arasında, bazen uzun demir çubuklarının ağırlığı altında buluverirdim kendimi. Ama en çok da, ‘işçinin günlüğü’ nü yazdığı kağıtlara bakar, bunu Aziz Nesin görmeli diyerek de iç geçirirdim.
Aziz Nesin’in, okurdan gelen mektuba vereceği yanıtları gelen zarfın iç yüzüne yazdığını, yeni bir kağıt kullanmadığını, savurganlığı hiç sevmediğini okumuştum bir yerden…
‘İşçinin günlüğü’ de öyle gelirdi bana; ama içi dopdolu, yürek dolu, emek dolu, umut dolu… O yıllardan beri tanıdığı bir yoldaşı da Mehmet Taşar olduğunu burada öğrendim.
Askerden geldiğinde Mersin’e gitmiş. Adana ile iletişimini şiir nedeniyle Duran Aydın’la sürdürürken Adana’ya gelmiş. Duran Aydın’ın çağ ocağından buluşmuşlar.
Çay ocağını kendine bırakıp inşaat ustalığına geri dönmüş Duran Aydın…
İşin asıl, etkinliğin burasında, Taşar’ın kendini bırakmasıyla birlikte bende koptum. Kimi zaman ‘bu duygusallık neden bu denli ağır basar’ diye söylendiğim de olur. Birini gözleri yaşlı görsem, benden akıp gidiyor.
Burada da öyle oldu. Mehmet Taşar, sözcük bulamadı diye düşündüm başta! Sonra baktım, bir şeyler ses borusuna tıkandı; çıkmıyor! Anlattıklarını düşündüm…
Taşar’ın, şair için söyledikleriyle dizelerine vuran sistem kavgasının izlerini düşündüm!
Maden sistem sanata, şaire beslenmesi için bu yolları tatmasını istiyordu, madem sistem yaralarının yoğun olduğu bölgelerine sanata gönül verenleri sürüklüyordu, madem sistem sanatın yaşanarak gerçekçilik kazanıldığı konusunda bilgisizdi; varsın anasını satayım çay ocağından inşaat ustalığına gitmeliydi…
Bu kimine göre ‘umuda yolculuk’ olduğunca, dizelerinde sisteme başkaldırısıydı.
Bir şiirindeki
‘güneyde dokunulmaz ötelerde
sütmaviyi gökyüzünden emer
adanalı akdeniz
kıyısında uçuşur yaz eskilerigölgemiz gibi tozarak’
dizeleri yaşadıklarının, acılarının, hüzünlerinin, özlemlerinin, yürüdüğü yol arkadaşlarının izleriyle besli…
Şiir, nedir sorusunun yanıtı hiç alınmamıştır! Yıllar önce kısaca ‘özün’ denilmekle birlikte, ‘ne’ olduğu üzerine çok konuşulmuş, ancak ‘nedir’ hep yanıtsız kalmıştır! Havanın, suyun, romanın, öykünün tanımı yapılmış oysa…
Ya şiir? Nedeni mi?
Çünkü şiir bunların hepsi! Kimi zaman su, kimi zaman aşk, kimi zaman uyku, kimi zaman dinlenmek, kimi zaman umut, kimi zaman kızış, kimi zaman ağıt, kimi zaman doruğa tırmanış, kimi zaman bir kuş cıvıltısı, kimi zaman bir doğum sancısı…
Şiir; her şey! Ali Ozanemre konuşması sırasında ‘her şiirin bir konusu vardır’ dedikten sonra ‘aşk sözcüğünü vermeden aşkı anlatan şair’ diye bir tanım yaptı. Buna düz yazıda ‘betimleme’ denir. Yaşar Kemal romanlarında bolca rastlanır.
O denizin kıyısına, o dağ tepesine, o çorak bölgeye sayfalar ilerledikçe sürükler götürür sizi.
Bir yerde ayağınıza batan dikeni, bir yerde ayağınıza takılan kayayı, bir yerde yüzünüzü okşayan çam esintili kokuyu alırsınız ya; işte öyle… Ozanemre, şairin şiirlerinden örnekler vererek; şiirin dizeleri, dizelerin sözcükleri, sözcüklerin çağrışımları arasında salonda bulunanları gezdirirken ‘bilseler kimler adına/ anaç sözlerle çağlarsın/ özlemin cemresinde/ nöbetçisin hayata’ dizelerini anımsadım sevda, aşk, yaşam adına… Bir şiir etkinliğinde, şairin sanat anlayışıyla birlikte topluma verdiği ileti konuşulur.
Burada da öyle! Duran Aydın’ın, ‘toplumcu gerçekçi’ sanat anlayışı konusu kuşku yok ki tartışılmaz. İdeolojisi vardır, yaşadıkları esin kaynağıdır, yöre dilini kullanmaktan çekinmez, umutsuzluğa yer yoktur, birlikte olmak önemlidir, ‘insan, toplum, üretim’ ilişkisinden ödün vermez. Konuşmacılardan Şahin Taş’ın, Gülderen Canyurt’un vurguları, Duran Aydın’ın sanatçılığı, toplumcu anlayışı üzerineydi.
Şair
‘bu baharsız dağ
çocuksuz deniz
duman ve leylek kokularında
eski bir yaz sinmiş sana’ derken; dağın bahara,
denizin çocuğa, yazın duman ile leylak kokusuna ne denli gereksinim duyduğunu anlatmak istiyor olmalı.
Etkinlikte ‘Anılarla/ Duran Aydın’ bölümünü video gösterimiyle izledik. Hemen ardından Duran Aydın şiirleriyle birlikte sunulan müzikli gösterimi… Yukarıda sözünü etmiştim; yine edeceğim. Bir saz, bir gitar, bir şarkı solisti, bir de şiir…
Yetmiş konuk, yetmiş karelik alan, dört kişilik mikrofonsuz müzik gösterimi sanatçısı… Hani mikrofonsuz, ekosuz konser olur mu diyenlere; bal gibi olur, diyeceğim bir müzik şöleni. Önce saz sesini veriyor, ardından bir Duran Aydın şiiri okşuyor kulakları, ardından bir türkünün ilk dörtlüğü…
Sonra yeniden bir Duran Aydın şiiri saz eşliğinde, ardından gitarın katılımıyla birlikte hep birlikte söylenen türküler…
Kasım ayının son haftası Adana’yı ısıtan bir sanat etkinliğiydi, dostum Duran Aydın’ın 40. Sanat yılı etkinliği.
Son zamanlarda gittiğim, haz aldığım, kucakladığım bir etkinlik. Varsın paradarlar olmasın arkasında, varsın kalabalık salonlarda yapılmasın, varsın birçok bu bölgenin sanatçısı gibi kıyılarda bırakılsın, varsın bu bölgenin bölgesel seçilmişleri çok baskılı sanatçıları buluştursun korunaklı salonlarında; toplumcu gerçekçilik hep bize kalsın…