Akşam yağan yağmur sonrasında, haziran sıcağı ezik duruyor!
Güneş bile yakayım-yakmayayım kararsızlığında gibi…
Öğleye yakın saatlerde sokakları, caddeleri bırakın, dolmuş duraklarında da şıpır-şıpır terleyen çoklarına tanık olunurdu.
Öyle değil; beş dakkalık yürüyüşün ardından dolmuş durağına geldiğimde terlememiştim daha! Akşam yağmurunun serinliğini yaşıyordum…
Dolmuş… Arka sıralar boş olan koltuğa oturdum…
Dolmuşun kimi pencereleri yarı aralanmıştı. İklimleme de çalışmıyordu! Bu durumda gerek de yoktu kanımca! Yağmur sonrasının temiz kokusu, dolmuşun hareketlenmesiyle içeri yayıldı.
Önden ikinci-üzüncü sırada oturan, yaşları yetmişlere dayanmış olandan biri telefonda, dolmuşta bulunanların duyacağı ses tonuyla konuşuyordu, diyordu ki:
“İyi günler… Altmışbeş yaş kartı bulunan bir emekliyim. İki saat boyunca durakta otobüs beklememe, bu arada bazı halk otobüsleri de duraktan geçmelerine karşın bizleri almak istemediler. Bugün, Adana’nın kartını gören Ankara’da, Mersin’de bulunan tüm otobüsler bizleri alırken, Adana’da bunu yaşadık… Plaka mı, hiç aklıma gelmedi, tamam… İyi günler…”
Öndeki oturan ‘ne dedi’ diye sordu. Konuşan da ‘plakasını aldınız mı, diye sordu’ dedi. Ardından da ekledi:
“Halk otobüsünün plakasını almak için değil, bana verilen hakkın gereği binmek için bekliyorum. Bir de işimiz mi var, gücümüz mü var bilmiyorlar ya! Bindirsinler, bizim de otobüse binebileceğimize anlayış göstersinler! İlle de istiyorlarsa parasını da alsınlar.”
“Ben Başkan Zeydan’a çıkacağım” derken, yanındaki “nasıl çıkacaksın, sıra gelmez sana” dedi.
Öteki “çıkarım ben” dedi…
Yeni bir yağmurun bulutları kaplıyordu sanki Adana’nın üstünü. Hava bungunluktan uzak, dolmuşun yarılanmış penceresinden dolan serinlik yüzleri yaladı.
İki kişinin konuşmasına ne karşı koyan oldu, ne de ek yapan. İkisi arasında geçen konuşmanın duyduğum son tümcesi şu oldu:
“Başkan Karalar bunu bilmeli; şu an bilmediğini biliyorum…”
ÜRETİM İÇİN DE ‘ODAKLANMAK’…
Adına ‘ekonomi’ mi dersiniz, yaşamını sürdürebilmek için ‘gereklilik’ mi dersiniz, adam gibi yaşamanın ‘zorunluluğu’ mu dersiniz; ne derseniz deyin, yurttaşın yaşamının kararmasına rafta gördüğü zorunlu ‘gereksinmesine’ ulaşamamak yeter!
Açlık sınırı altında maaşa tutsak olan katmana ‘nasılsınız’ diye sorulduğunda, yalancıktan ‘iyiyim, ya siz’ demesine de kanmayın!
“İyiyim”, sorunlar gibi gelenekselleşmiş…
Çoğunun mutfağına yerli ‘et-süt’ girmediğinden dolayı sağlıksız; yaşadığı ağrılarının çoğunu eşinden-çocuğundan bile gizliyor…
Hastane koridorlarında ‘ne olduğu’ bilinmeyen, bulgularının öğrenilmesi günlerce sonra sağlanabilen hastalarla dolu…
Ekonomi ‘sağlıksız-dayanaksız’ olunca, ekonominin ağır yaptırımlarını yaşayanlar daha da sağlıksız oluyor!
Sofrasını istediği gibi hazırlayamıyor,
Çocuğuna istediği gibi değil, ‘normal’ bir eğitim aldırmakta bile zorlanıyor,
İki maaşın ortasında cüzdan boşalıyor,
Pazar alışverişinin ‘yarım kilo’ olarak değişmesi bile yarar sağlamıyor…
Açlık sınırı altında maaşa tutsak olan katmana denilmek istenen ne?
Maaşın yettiği kadar ye, sonrasında yan-gel yat-uyu mu?
Maaşlıların dışında, sisteme yük olmamak için ‘akıl almaz’ biçimde çaba harcayan ‘esnafın’ durumu bunlardan ayrı düşünülemez!
Maaşlıların, beslenme gereksinmesine yetmeyen aylıkları, esnaflar için de büyük bir bozgun!
O kasalarındaki paraları satamadıkları için ‘kaygılanan’ bankaların ‘yeni’ kredi kararları bile yurttaşça dinlenmiyor ya artık!
Sanki bir ödülmüş gibi sunulan ‘altı aydan oniki aya çıkarılan ödeme seçeneği’ bile beklenen harcamayı yaptıramıyor artık!
En büyük neden de, bankalar birçok ismin üzerini çizmiş, daha önceki borcunu ödemekte gecikmeler yaşandığı için…
Belki de en büyük etken, maaşlı ayakkabısını, gömleğini, dolabını, ceketini, evinin boyasını yenileme gereği duymamaktan öte; aldığı aylıktan ayıracak durumda değil!
Çevrenizde tanıdığınız-bildiğiniz avukat varsa bir sorun; son aylarda yeni ‘icra dosyası’ açılan esnaflar ile, her hangi bir vergi dairesinden son üç ayda kepenk indiren işyerleri sayısını öğrenin; parmak ısıracaksınız!
Adına ne ‘denirse’ densin, ben adına yurttaşın ‘alımgücü’ diyorum…
Yurttaşın ‘alımgücü’ olmadığında, bundan yurttaşlar kadar, ilerleyen süreçte ‘vergi’ oluşmaması nedeniyle kamu da zarar görecektir!
Ekonomiyi düzeltmenini yolu ‘üretim’dir.
Üretim için de ‘odaklanmak’ zorunludur!
Bizim sorunumuz, ‘iktidarın’ üretimden başka her şeye ‘odaklanmasını’ caydırmak…
“Üretim” dışında “çözüm” yolu varsa bilelim…