Dünya düz mü, küre mi?
Bu soruyu ilkokul yıllarımızda uzaktan gelen bir geminin önce dumanı, sonra direği, ardından geminin ana gövdesini gördüğümüz için ‘küre’ ya da ‘yuvarlak’, diye öğretilmişti.
Bugün ilkokulda okuyan bir öğrenciye dünyanın biçimini sorsanız; ne geminin dumanına, ne de direğine bakılmaksızın google’da gezinerek yalnız dünyayı değil, galaksiyi bile anlatır.
İnsanın doğayı tanımasında artık uzun boylu çaba harcamasına da gerek yok!
Gelişen teknolojiyle ‘akla’ takılan birçok soru yanıt buluyor… Bundan otuz yıl önce gsm operatörlerinden söz edilse, ülkemizden görüntülü abd ile görüşülebileceği söylense, iki kilo ağırlığında bir dizüstü bilgisayarla tüm dünyanın gezilebileceği, yine bu bilgisayara birçok bilgi-belge saklanabileceği anlatılsa ‘ütopya’ der geçerdik! Öyle binlerce yıldan söz etmiyorum; hepsi hepsi otuz yıl!
Bugün biri çıkıp bunların ‘yalan’ olduğunu, aslında görüşme yapılmadığını, bilgi-belge toplanmadığını söylerse ne yapılır ki; gülüp geçmekten başka?
Ya da söyleyenin içinde bulunduğu karabasanı anlamakta zorlanırız!
Biri, iktidar partisinin bir ilçe gençlik kolu başkanı çıkıp ‘dünya düz’ derse ne yapılır? İçindeki karabasanı, darlığı, iğdişliği, çürümüşlüğü, bitmişliği, yaşamamışlığı; daha çok da bilgisizliği anlamakta ister-istemez zorlanırız!
Yeniden denizin üzerinde bir geminin önce dumanını, ardından direğini, sonra da ana gövdesini görebileceğinden başlayarak ‘anlatılacak’ bir katmanın olduğunu bugün için düşünmek; geçen yıllara, verilen çabaya, gelişen teknolojiye yapılabilecek en büyük ayıp!
Diyor ki iktidar partisinin ilçe başkanı: Son beşyüz yılda küre dünya tam anlamıyla kabul görmeye başlamıştır. İlginçtir ki, bunu öne sürenlerin tamamı mason kulübü üyeleridir.
Dinsel inançlarımızda herkesin belli bir istikamete dönmesi küre dünyada imkansızdır.
Ama düz dünyada herkes aynı yöne Kabe’ye dönebilir…
Okullarda bilimle örtüşmeyen yeni müfredatın yanında bir de dünyanın ‘düz’ olduğu eklenirse ne olur dersiniz? Tümden yaşamdan öteleniriz!
***
Kurbanlıkların kesim sonrasında iki bacaklarından asılarak derisinin yüzülmesini sonuna dek izleyen biri söylemiş olacak, şöyle denir: Her koyun kendi bacağından asılır! Bu tümceye toplumsal yaşamda yer verenler; insanın yanlışından dolayı ‘tek kendi’ suçludur, cezalandırılmalıdır, biçiminde yorumlar!
Toplumsal yaşamda ‘tek’ kişiden söz edilemeyeceği bilinmesine karşın bu yargı çoğu zaman geçerlidir!
Oysa suç ya da yanlış, ‘tek’ kişiden oluşan-oluşabilen bir olgu değildir! ‘Tek’in yanında en az bir ‘tek’in daha olması ile olasıdır!
Ayrıca yanlış ya da suç bir toplumsal olgu, ayrıca bir toplumsal yaradır!
Suçun işlenmesinden daha çok, suçun oluşmasına neden olan toplumsal etmenler göz önünde bulundurulmalıdır! Her koyunun ya da suçlunun kendi bacağından asılması kavramı aldatmacadır!
Dünyanın bir yerinde, Myanmar’da, salt inançlarından dolayı katliamla karşı karşıya olan Arakan Müslümanlarının yaşadıkları birçok ülkeden kaygıyla izleniyor. İnsanların evleri yakılıyor, katlediliyor, kurşunlanıyor.
Çocuk, yaşlı, kadın denmeden…
Yaşanan bu dramı kimse ‘her koyun kendi bacağından asılır’ tümcesine sığınarak ‘bana değmeyen yılan bin yaşasın’ yaklaşımıyla değil, bir insanlık katliamı olarak değerlendirip önlem alınmasının gerekliliğini savunuyor. Yaşananlar yalnız Myanmar için değil, dünya için önemlidir.
Katledilen insansa eğer; dünyanın dağlardan, denizlerden, ovalardan daha çok insanla önem kazandığı düşüncesi üzerinde buluşuluyorsa eğer; inançlarından dolayı yaşamları hiçe sayılan Arakan Müslümanlarının katliamına tüm dünya ülkeleri dur demeli, durdurmalı…
Dünyanın vazgeçilmezi çünkü insan…
***
İktidar partisinin milletvekili Mehmet Metiner ‘bir Atatürk gider, bin Atatürk gelir’ demiş! Yine iktidar partisinin ulemalarından Kadir Mısırlıoğlu da ‘vasiyetimdir, Mustafa Kemal’e zerre muhabbeti olan cenazeme gelmesin’ demiş! Metiner’in ‘bir gider, bin gelir’ yaklaşımı neden gerekti, ya da kendinden böyle bir çalışma istendi de onun sonucunu mu açıkladı anlamak zor!
‘Atatürk olmasaydı anneniz belli olurdu, babanız belli olmazdı’ tümcesine atmış sözde. Tarih bilmezliği, demek istemem de; tarihi, Sevr sonuçlarını, Kurtuluş Savaşını anlamak istemiyor, denebilir.
Ne olurdu öyleyse? Sevr’e karşı savaş verilmeseydi ne olurdu?
Kurtuluş Savaşı başlatılmamış olsaydı ne olurdu? Atatürk, silah arkadaşlarıyla bu uğraşı vermeseydi ne olurdu?
‘Mustafa Kemal’le muhabbeti olan cenazeme gelmesin’ diyen Mısırlıoğlu, Metiner’e yanıtı çok önceden vermiş oysa, demişti ki; keşke Yunanlılar galip gelseydi! Yunanlıların gasp ettiği bölgede kalmalarını ‘özlemle’ istemiş Mısıroğlu, bugünde ‘Mustafa Kemal’le muhabbeti olan cenazeme gelmesin’ diyor.
Gitme meraklısı olan var mıdır ki?
Atatürk’le ‘muhabbeti’ olmayanların, fırsat buldukça Atatürk’e dil uzatmaları bitse bir…
İşte o zaman bir santim bile olsa uzayacaklar; bilsinler