Benzetmek konusu zaman zaman ‘betimleme’ olarak karşımıza çıkar.
Betimlemede; nerede, hangi koşullarda, hangi doğal yapıda olduğu belirtilmeden, yaşanlar anlatılarak, en küçük ayrıntılar unutulmayarak yapılır. Yaşar Kemal’in romanlarında da bolca görülür…
Daha kitabın ilk sayfasından-ilk satırları okurken ‘okuru’ bambaşka bir yerlere götürür.
Ya bir deniz kıyısında dalgaların arasına karışmış martı çığlıklarını, ya bir dağ yolunda kuş cıvıltılarını, ya da bir kentin orta yerinde kalabalığın birbirine karışmış seslerini duyarsınız.
Sözünü edeceğim böyle bir benzetme değil; Göstere göstere, Gözümüzün önüne getire getire, Kafamıza vura vura, inandırmaya çalışılıyor! Hani bir gün sonra gelecek konuk için, iki gün öncesinden yapılan alalı-bulalı, kırmızı yol halılı, kuş uçurulmayan alanlar oluşturulması gibi bir şey…
Evet, yapılan hazırlıklarla olayın yaşandığı alanın yakından-uzaktan ilgisi olmamasına karşın; konuğa ‘biz böyleyiz’ deme alışkanlığı…
Bizde de yaşananlarla ilişkisi olmayan, sokakla bağlantı kurulması olanaksız konular ne yazık ki salon toplantılarında ‘başkalaştırılarak’ anlatılıyor, gündem konusu oluyor!
***
Adana’nın yaşadıklarını anlamak, yaşadıklarından nasıl etkilendiklerini görmek için sokağı bilmek-görmek gerekiyor. Sokağı, sokakta yaşananları, sokağın ritmini, sokağın sorununu bilmeden söylenenler ‘günü kurtarmak’ için belirlenmişlerdir, denebilir.
Adana için üç-beşyıl sonrasına uzatılan ‘-ceğiz, -cağız’ ekli söylemler yerine bugünü, bugün yaşanan sorunları, nedenlerini çözme girişimi bir yana bırakılarak olacak şey değil!
Deniyor ki; Avrasya’nın ilk on kenti arasına gireceğiz… Deniyor ki; Türkiye’nin ikinci büyük alternatif ticaret-sanayi bölgesi olacağız…
Benzetme, dedim ya…
Avrasya’nın şimdiki on kentini merak ettim doğrusu…
On yıl sonra bu kentlerin nerede olacağını da… Salon toplantısında bu ‘merakı’ taşıyan, bu ‘on kent’ hangileridir diye düşünen oldu mu acaba?
Bu Avrasya; Avrupa değil, Asya’da değil! Her ikisinin buluştuğu yerdir de; hangileri…
***
Adana’nın, Adana’da yaşayanları doyurmasını bekliyorum her şeyden önce… ‘Büyüme’ denen ekonomik olguya da bu ‘pencereden’ bakıyorum…
2014-2015 yıllarında ondört, 2016’da onüç Adana firmasının Türkiye’nin ilk beşyüz şirketi arasına girmesini, teşvik ile yatırımlarda ikinci sırada olmasıyla bağdaştırırken zorlanıyorum!
Teşvik ile yatırımlarda ikinci sırada olmayı; İşsizliği düşünürken, Esnafın sıkıntısını düşünürken, Sokakta yürüyen yüzlerin gerginliğini düşünürken, Ev içine sıçrayan geçimsizliği düşünürken, Toplumun ‘psikolojik’ sorunlarla boğuştuğunu düşünürken…
Teşvik, yatırım, büyüme...
‘Hükümetin olumlu bakış açısıyla güzel gelişmeler yaşanıyor’ demek için olmalı! Başka?
***
Onaltı yıllık bir iktidarın ‘çok güzel şeyler yaptık’ demeleri bitmediği gibi; İktidarın muhalefeti suçlaması da bitmiyor!
Yetmedi!
Sorunu ortaya serdiğinizde, ‘-ceğiz, -cağız’ demekten de geri durmuyor! İktidarın ‘kendisi’ söylemese bile, ‘kabulcülerin’ doldurduğu salonda konuşanlar ‘iktidarın olumlu bakışıyla’ diyerek söze başlayıp, aynı biçimde de bitiriyor!
***
Yinelemekte yarar görüyorum: Adana’da yaşayanlar, Adanalılar ne yazık ki sığınmacılar kadar ‘değer’ görmüyor! Sığınmacıların eksikleri, gereksinmeleri, sağlık sorunları, eğitimleri bile çözüm yolları aratırken; Adanalı yurttaşın, Adanalı esnafın, Adanalı emeklinin, Adanalı üreticinin, Adanalı sanayicinin, Adanalı öğrencinin, Adanalı işsizin ‘yaşamlarını nasıl sürdürdükleri, nasıl kaygıları oldukları, elektrikleri, suları, evleri, mutfakları’ sorulmuş mudur acaba?
Üniversite mezunu çocuğuna iş bulamayan, üniversite bitirsin diye diğer çocuğunu ‘tüm zorluklara’ karşın okutmaya çalışan emeklinin, esnafın, emekçinin durumu nedir, diye soruluyor mu acaba?
Adana Avrasya’da onuncu kent olacakmış…
Adana Türkiye’de ikinci…
Nasıl? Benzetmek gibi olmasın da…