Besteci Fazıl Say, seçim sonuçlarının ardından yaptığı açıklamasında "Bu sabah; kafamda pek çok soru var hiç birine cevap yok. Şu andan itibaren susuyorum çünkü cevaplarım yok. Hep de susacağım sanırım. Nasıl oldu, neden oldu, ne oldu, yaşamımız, yaşamım, umutlar, hak, gelecek. Hiç birine yok. Bu sabah ben bu sabaha susuyorum. Hayat artık bu sabah" dedi.
Benim anladığım biçimiyle dedi ki: işim gücüm var, seçimin sonucunu düşünmekten işimi savsakladım, o da yetmezmiş gibi saçma/ sapan bir yüzüncü yıl marşı yaptım; artık bunlarla uğraşmak yerine/ ne bileyim Kaz Dağlarının talanına, çevrenin bozulmasına, geleceğin karartılmasına zaman ayırmaktan uzak duracağım. Ne yaşanıyorsa, ne yaşanacaksa hak edilmiş demektir, bunu değiştirmeye çalışmanın saçma/ sapan bir düşünce olduğuna inandım!”
***
Hani o araştırmacıların art-arda yaptıkları, yirmibir yıllık “iktidarın” sonunun geldiğini belirten anket sonuçlar, ya da hani “altı benzemezin”/ birbirine “benziyormuş gibi” maskelerle çıktıkları/ “geliyor, gelmekte olan” sloganlı konuşmaları… Özdeyişte denildiği gibi “dökme suyla değirmen dönmüyor!” Altı benzemezin “biz birbirimize benzeriz” demesi de inandırıcı olmuyor!
Hem şu “muhafazakarlık” denilen şey… Tutuculuk, geleneksel toplumsal etmenlerin korunmasını destekleyen politik, toplumsal felsefe olarak tanımlanır! Değişime karşı direniş olarak açıklanabilir! Altı “benzemezin” bu konuda bile birbiriyle yarış içerisine girmesi “inandırıcılığı” olmayan bir olguydu! Bu yurdun kuruluşlunda var olan bir düşüncenin, “tutuculukla/ değişime karşı direniş” göstermekle bir arada olmasının çelişkilerin sonucu…
***
Şunu anladık! İnsanlar pazarda yaşadığı zorluğu, depremde yaşadığı yalnızlığı, çocuğunun geleceğini/ eğitimini düşünmek yerine, Say’ın dediği gibi “hayat artık bu sabah” demekle yetiniyor! “Bu sabah” uyanılmışsa/ solunuyorsa/ koşuşturabiliyorsa sorun yok! Yarın, yaşam, hak, umut o denli ötedeler ki…
Seçim sonuçlarını izlerken “beklenti” içinde olanlar adına “üzülmem” gerekiyor muydu acaba? Aldığı ücreti yetiremeyen çalışanın, ikramiyeyi az bulan emeklinin, depremde evi yerle bir olan zedenin, ev lirasına direnmekten salpaya dönen emekçinin, gencin, üreticinin “beklentisinden” söz ediyorum…
Yurdun büyük çoğunluğu geçim sıkıntısı yaşamla birlikte, mevsimlik sebze/ meyve tüketecek olanağı da yitirmişti! Birkaç yıldır bazı besinleri almayan tanıdıklarım var, onların “beklentileri” de vardı…
Onlar adına üzülmem gerekiyor muydu?
***
Şunun altını çizelim; yaşam sürüyor, herkes işine/ gücüne bakacak, öyle birilerinin arkasına tıpış tıpış gitmeyi bırakacak, şu an “var mı/ yok mu” ona bakacak!
Çünkü şu andan sonra konuşmanın, kendini yırtmanın, “yapmasaydım” demenin hiçbir anlamı yok!
Çünkü “Hayat artık bu sabah”…