Adana’da, yağmur üç gün sürünce sel-su baskınlarıyla karşı karşıya gelindi…
Yaşananların içinde olanlar, olanlara “çözüm” üretmek için kolları sıvayanlar “olayı” böyle anlatıyor!
Oysa “üç gün” değil…
“Üç saatlik” yağış sonrasından bile buna benzer, ya da aynısını yer yer yaşıyor Adanalı…
İşin doğrusu; salt Adanalı da değil, yurdun dört bir yanında benzeri görüntülere tanık oluyor yurttaşlar!
Koca koca kentler, yatırım adı verilen yükselen beton yapılar, yağmur suyunun emilimini ortadan kaldıran düzenlemeler, tüm bunlara “kentleşme” denilerek oluşturulan çarpıklık…
Yaşananların nedeni “çarpıklık”…
***
Çocukluğumuzda, alt yapı sorunlarından dolayı yaşanırdı sel-su baskınları…
Yerel yönetimlerin alt yapıyı oluşturarak yaptıkları-yapacakları kentsel düzenlemeler yaşanacak olan sorunları çözecekti!
Yurt dışında yaşayanlardan duyuyoruz, diyorlar ki;
Bir alana yapı dikmeyi bırakın, su borusunda olan bir sorunu çözmek için bile yerel yönetimlerden izin alınması gerektiğinden söz ediliyor.
Ayrıca bir beton yapı söz konusu olduğunda da, daha temel atılmadan tüm alt yapının tamamlanması gerektiğinden…
Burada kaç kişi yaşayacak, atığı ne olacak gibi soruların yanıtlanması gerektiğinden…
Bizde ne yapmış yerel yönetimler?
Alt yapıyı ne denli önemsemiş, de denli çevreden yana karar almış, ne denli toplumu rahatlatıcı çalışmalar yapmış…
Yurdun neresinde yaşıyor olursanız-olun, çarpıklıklar göze çarpacaktır!
***
Birkaç yıl önce, otuz yılı aşkın bir süre sonra Avustralya’dan gelen bir dosttan dinlediklerim karşısında şaşırmıştım.
“Türkiye’yi bozmuşlar, Adana’yı betonla doldurmuşlar” dedi.
Adana ile birlikte gördüğü tüm kentleri saymıştı. Ardından da “yaşam alanınız kalmamış” biçiminde gözlemlerini ortaya koymuştu!
Ekim alanlarını yok etmişiz, yirmi metre genişliğindeki yolların iki yanına yüksek yapıların dikilmesini göz yummuşuz, zamanında göz açıklığı yapıp “arsa kapatan” rantçıların oluşmasına izin vermişiz, doğal yağmur kanallarını doldurup imara açtırmışız, alt yapısı olmayan yerlerde “kentselleşme” adı altında beton yapıların yükselmesine baka kalmışız…
Bununla bitmiş mi, hayır!
***
Geçtiğimiz yıl TMMOB’nin düzenlemiş olduğu bir toplantıda, yaşamını Almanya’da sürdüren bir kadın mimar konuşmacıydı…
Çarpık kentleşme konusunu değerlendirirken, doğanın-çevrenin de korunmasının zorunluluğuna değinirken, “Berlin’de, bir yıl içerisinde izin verilen inşaat sayısı elin parmaklarını geçmez” demişti! Almanların, eskiyi onararak yaşamlarını sürdürdüğünü belirtmiş, bu nedenle de “kente göç” konusunun önlendiğini, kırsal yaşamın önemsendiğini belirtmişti.
“Sit alanı” sayılan bölgelerdeki eski yapıları yenilemeyi, oraları “evin” dışında her şeye dönüşmeyi düşünürken bir şeyi daha yapıyoruz;
Yirmi-otuz yıllık evleri söküp, yerine çok katlı yapılar dikiyoruz!
Yılların yaşanmışlığını taşıyan ağaçları, ekim alanlarını, yağmur suyunun kolayca yol bulduğu oluşumları yok ederek yapılar çıkıp kentler kuruyoruz!
Sonra da, iki-üç saatlik yağmur sonrasında yaşanan sel-su baskınları sonucunda “yurttaşın yanındayız” biçiminde yapılan toplantıları izliyoruz…
***
Yağmur sonrası sel-su baskınlarından,
Deprem sonrası kentlerde sığınma noktalarından söz edilir hep!
Son üç-beş yıl içerisinde yapılan beton bloklara bakın…
Örneğin en son yapılan, geçtiğimiz günlerde açılışı yapılan alış veriş merkezine bakın; onca mağazanın, onca oraya koşanın, onca orada yapılan atığın alt yapısı çözülmüş müydü acaba?
Şu anda aklıma gelen bir örnek bu; ben bilmiyorum…
Yaşanan sel-su baskınları ardından yapılan risk koordinasyon toplantısında, zarar gören yurttaşlara yardımcı olunacağı, söylenmiş…
Yurttaşların “zararının” karşılanması için verilen çaba yerinde de, bu kadar mı?
Ya çevre, ya yeni kentsel çalışmalar, ya yeni doğal yapı bozumu, ya yeni imarlar, ya yeni rantçılar, ya yeni beton yığınakçılar, ya yeni alt yapısız sokakları-caddeleri betonla-asfaltla kaplamalar…
Yurttaşın yanıtlamasını istediği soru şu:
Kentler, iki-üç saatlik yağmur sonrası yine sel-su baskınları yaşayacak mı?