(On yıl önce neler yazmışız böyle?)
Sabah kalktığımda artık ‘uyuşukluk’ içerisinde kıvranmalarım olsun istemediğim gibi; bu yerel seçimin ardından da ‘keşke’ kendindensizliğinin yaşanmasını istemiyorum…
Siz tanık olmaz mısınız?
‘Destekledim ama pişmanım!’
‘Senin sözüne kandığım için oyumu verdim!’
‘Aslında oy verilecek adam oydu; yanıldım!’
* * *
Daha seçim sonrasının ‘ilk’ gününde yükselen bu ‘sesler’ karşısında; gelinde yerinizde ‘rahat’ durun, ‘sessiz’ kalın, ‘umursamaz’ olun!
Duramam ki…
İlk başta yaşamını ‘keşkeleşmeler’ üzerine kuranlara kızarım!
Dün ile bugün…
Daha ne geçti aradan da, başlarını çelik duvara çarpmışlarcasına acınırlar; anlamam!
Ne olmuştur?
Hangi kasırga, hangi deprem, hangi tusunami…
Hangi ekonomik kriz sağlığını bu denli bozmuş, ‘depresyondayım’ dedirtmiştir ki?
* * *
Keşkelerde, hep bir ‘pişmanlık’ gizlenmiştir!
Pişmanlığın içinde de ‘karar verme’ düzensizliği, ya da beceriksizliği…
İbrahim Tatlıses’in ‘keşkem’ şarkısında ‘gizlenmiş’ olan ‘teslimiyetçilik’ kadar, olayların içerisinde ‘yuvarlanma’ tutarsızlığı…
Düşünsenize:
Seninle çıkabilseydim…
Elinden tutabilseydim…
Kafelerde diskolarda…
Beline sarılabilseydim…
Evet, bunların olamayış ‘nedeni’ anlatılmadan söylenen bir şarkının dinleyici üzerinde bıraktığı iz, bu yerel seçim sonunda kendini gösterecek…
Nasıl mı?
Şöyle:
Seni tanımasaydım…
Mitinginde sarılmasaydım…
İnan bunlar olmazdı…
Bir oyumu vermeseydim…
* * *
Seçim sonrasının daha ilk günü yaşanacak ‘uyuşukluklar’ üzerine kurulu bir toplumun ‘bireyleri’ arasında olmamanın ‘koşulu’ yaşanları anımsama, anımsayışlarla yönelmedir.
Gelin bunu ‘bu kez’ başaralım…
Şunu söyleyebilelim:
‘Destekledim, sonuna dek arkasındayım.’
‘İyiki yüreğimin sesini dinleyerek karar vermişim.’
‘Adam gibi adamı desteklemekten hoşnutum.’
‘Kaybetmiş olsak da insan tanıdım, duruş tanıdım, yaşamı tanıdım…’
Toplum olarak buna büyük ‘gereksinim’ duyuyoruz çünkü.
BİR ‘KEKLİK ÖYKÜSÜ’ VAR…
Bir ‘keklik öyküsü’ var…
Padişah pazarda dolaşırken bir kuş satıcısında gördüğü keklikleri merak eder.
İki keklik vardır. Boy-pos aynı… İkisini birbirinden ayırmak o denli olanaksız ki, yine de sorar:
‘Bunların fiyatı ne kadar?’
Kuş satıcısı parmağıyla göstererek ‘şu elli, öteki yüz lira’ der.
Padişah, kendisinin bilmediği bir ‘özelliği’ olduğunu anlamış olsa da, ‘ne’ olduğu konusunda ‘bilgisi’ olmadığı için sorar:
‘Fiyat farkı niye…’
‘Çünkü biri yalnız öter, diğeri ise ava götürülerek başka kekliklerin de yakalanmasını sağlar’ der.
‘Keklik avında kullanıldığı için fiyatı pahalı, desenize.’
‘Tam söylediğiniz gibi efendim…’
‘Öyleyse yüz liralık kekliği ver.’
Bedelini öder, satıcıdan birkaç adım ötede, aldığı kekliğin başını gövdesinden ayırır.
Satıcı şaşmış kalmıştır.
Bu kez merakla satıcı sorar:
‘Aldınız, bedelini ödediniz, sonrada öldürdünüz. Neden?’
Padişah oldukça sakin ‘çünkü kendi cinsine hayınlık yapacaktı, ondan’ der.
* * *
Bu öyküyü ilk duyduğumda ‘neler’ düşünmedim ki…
İlk başta, en çok ‘insanın, insan cinsini yok etme planları’ abandı beynime.
Dünyayı düşündüm…
Sonra ülkeleri…
Sonra ülke içerindeki ‘siyasal’ duruşların birbirlerine karşı tutumları, yalanları, kumpasları…
Londra’daki G20 ya da, en büyük ekonomisi olan 20 ülke toplantısının ‘nedeninin’ başında yine, ‘kendi cinsine’ karşı yapılacak olan ‘hayınlığı’…
Dünyanın ‘en’ varlıklıları-güçlüleri; varsıllıklarını tütsülemek, içinde bulundukları çıkmazları başkalarına, dünyanın ‘en’ güçsüzlerine, ‘en’ güçsüzleri yok etme bedeline, ‘aynı’ cinsliliği hiçe saymaya…
İnsanın insana hayınlığı…
* * *
Bilinir…
Dünyanın ‘en’ güzel, ‘en’ temiz, ‘en’ dürüst, ‘en’ verimli’, ‘en’ bilgili…
Tümceyi daha da uzatmak olası!
İlk başta anımsayacağınız, ya da düşündükçe beyin süzgecinden geçen ‘en’ güzel, ‘en’ iyi, ‘en’ olağanüstü neler varsa hepsini sayıp, arkasına da ‘canlı insandır’ getirilir…
İnsanız ya…
‘En’ olmanın ‘gururuyla’ ciğerimizi yırtarken, bir yandan da ‘kim, nasıl’ yok edilecek onların planı yapılır!
Yapılmaz mı?
‘En’ olmanın verdiği erk, bir de egemenlik; canlı soyunu da ‘en’ duruşlarımızla harmanlayınca, ne soy, ne cins kalmayacak evrende birbirine ‘hayınlık’ etmeyen!
Horoz dövüşü…
Avcı keklik…
Karıncaları da birbirine kırdırmıştık değil mi ya; hani bir de arıları!
Yaklaşan yerel seçim öncesinde bile, aynı parti içerisinde birbirine kuyu kazmak için planlar yapanlar, bu planlara ortak olabilmek için yarışanlar var…
Bu öykü ne verebilir ‘en’ liğimize?