Günlerdir koşuşturmalar, ard-arda kapılar çalmalar, kapı arkalarından görüşmeler, adaya adaylarını bölgelerinden çağırmalar, sözde ‘proje’ sormalar, ‘ittifak’ uğruna ilkeden ödün vermeler…
Mersin’ de yaşananları sevdin, biliyor musunuz?
Genel Merkez’in, Yeni İP’in adayının desteklenmesine gösterdikleri tepki yüreklere su serpti.
Geniş bir tabanı olan CHP’nin Mersin gibi bir yerleşim alanında ‘aday’ göstermemesi demek, ‘tüm yurtta tabelaları indirin’ demek gibi bir şey olmalı ki; CHP adayını çıkaracak.
Demek ki ‘örgüt’ isterse, ‘örgüt’ istediğini bilirse; olmaz olmaz…
***
Baştan beri ‘aday’ belirlemenin ‘partiliye’ bırakılması konusunda düşüncelerim değişmedi!
İstanbul’da Berberoğlu mu olacak,
Ankara’da Mansur Yavaş mı olacak,
İzmir’de Selin Sayek Böke mi olacak…
Ya da Adana’da konuşulan iki isim…
Bıraksanız da boyunu-posunu değerlendirse, kendine uzaklığını-yakınlığını gözden geçirse, ‘partili’ karar verse olmaz mı?
Tehlikeli, zor bir şey mi bu?
Tüm partilerin ‘bu’ partililerinden ‘korkusunu’ anlamakta zorlanıyorum!
İktidarından, muhalefetine…
Elbette ‘en çok da’ durması gereken yer bakımından CHP’yi anlamakta zorlanıyorum!
***
Dün gelen en son bilgiler, birçok yerde ‘adayların’ belirlendiği yönündeydi!
Geçtiğimiz günlerde sormuştum…
‘Bunun ölçüsü, tartacı ne?’
Böyle bir kararı üç gün ‘bölgeye’ gelen, görüştüğü üç kişi ile ‘etkilenen’ merkez görevlilerinin vermesi, bu ülkenin ‘kuruluş-kurtuluş’ ilkeleriyle nasıl bağdaştırılabilir?
Bu durum yurttaşta nasıl bir etki uyandırıyor, biliyor musunuz?
Biat!
Sosyal demokrat, ya da demokrat düşünceyi özümsemiş ‘bireye’ biat ettirmenin yurttaşta bıraktığı ‘etkiden’ söz ediyorum!
Parti üstü sözcülerinin ‘biz kazanacak aday arıyoruz, biz seçimi almak istiyoruz, partilinin belirlemesinde eksiklikler görüyoruz’ benzeri sözlerini duyduğumuzda yerinde ‘uğunan’ olmadı mı sanıyorsunuz…
Seçimi almak için; ‘yapılacak’ her şey, ama her şey doğrudur, anlayışı…
Bir de elbette, ‘partilinin aday belirleme işine kafasının çalışmayacağı’ düşüncesi.
Tüm bunlar yurttaşı ‘hazırcılığa, yazgıcılığa, boyun eğmeciliğe’ sürüklemiyor mu?
İktidarın ‘çalışmadan yaşamı sürdürmeyi ilke edindirmesinden’ de ayrı bir yanı yok!
***
Bugün, yarın adaylar belirlenecek!
Aday ‘kim’ olursa-olsun, ‘seçmen’ istencine göre belirlenmediğinden dolayı ‘üzüntüler’ yaşanacak!
Kırgınlıklar, üzüntüler, küskünlükler, ayrı duruşlar yaşanacak!
Bunu ‘kim’ önleyecek; partinin görevlendirdiği Yerel Yönetimlerden Sorumlu Başkan Yardımcıları mı?
Gelsinler, görsünler öyleyse…
AMAÇ ALIŞ-VERİŞTE GÖRÜLMEK!
Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) bir toplantı düzenledi. Yereldeki kadın adaylarını seçime hazırlamak amaçlıydı. Toplantıya ayrı partilerden, sivil toplum örgütlerinden elli dolayında kadın katılımcı oldu. Toplantıda yer alanlar, ‘siyasette toplumsal eşitlik’ çağrısı yaptılar.
Aslında buraya dek olanlar ‘hiç’ de olumsuz şeyler değil. Öyle ki, Adanalı kadınlarımız buluşmuştu, sorunlarını konuşmuşlardı, nelerde olmaları gerektiğini sıralamışlardı. Bunlar hoş, hoş olduğunca da olması gerekenler…
Bu konularda yapılan toplantılarda Birleşmiş Milletler’in, AB’nin olmalarının ‘gereğini’ anlayamam! Bu yaşananlar bir ‘ayar’ gibi gelir, bir ‘gösteri’ gibi gelir, bir ‘paralı’ konuşmalar gibi gelir!
Birleşmiş Milletler, AB… Varlıklarını bilelim de, bu denli de ‘içimizde’ yer almalarına ‘fırsat’ vermeyelim; ne dersiniz? Örneğin ülkemizde ‘siyasette toplumsal eşitlik’ sağlanabilmesinin ilk koşulunu belirleyelim.
Bu Birleşmiş Milletler’in, AB’nin yaptığı buluşturma ile olası mı? Hayır!
Ataerkil toplumun egemen olduğu bir yapının içerisinde ‘siyasette toplumsal eşitlik’ kuralı sırtarır! Önce bu yapının ‘eğitimle’ üzerine giderek, daha küçük yaşlarda bu toplumun bireylerini eğitmelisiniz. Yoksa bir araya gelen elli kişi, salon çıkışında ‘dün yaşadıklarını’ yaşamayı sürdürecektir!
Birleşmiş Milletler’in, AB’nin yaptığı Nasreddin Hocacılık; amaç alış-verişte görülmek!