Hiç istemeyiz ve arzu etmeyiz. Bir insanın hayatının en kötü günlerini geçireceği cezaevine düşmesini…
Allah kimseyi düşürmesin.
Yaşamda ne yazık ki bunlar da var…
En büyük cezaevi aslında insanın kendi beynidir. Öyle denir, öyle söylenir.
Kendi cezaevine düşen insan, beyni ile yatıp kalkar.
Küçük beyinli insanlarla uğraşmakta aslında çok zordur. Ufku geniş, söz dinleyen, telkinlerden ders alan, katılımcı olmak kadar güzel bir şey yoktur aslında yaşamda…
Hal böyle olunca da zamanla küçük beyinli insanlar kendi cezaevlerine yani beyinlerinin içerisinde hapsolurlar.
Doğru bildiğin yoldan şaşmayacaksın ama doğruları da yapar iken senin doğrun olmayacak.
Bu şehrin en büyük sorunu aslında en büyük cezaevini düşmüş insanların bu kente şekil vermesi dizayn etmesidir.
Bunu çok yaşadık, gördük.
Kentte ortak aklı yakalamak isteyenlerin de yıllarca bu ortak akıl sözcüğünü dilinden döktürür iken gerçek hayatta eylemlerinde gerçekleştirmediklerini de şahit olduk bu şehirde…
Yapanın yanına kar kaldığı bir ülkede yaşıyoruz. İlahi adalete bol bol havale edilen bir ortamdayız maalesef…
Dün yine küçük hesaplar adına halkın mağdur edilişine ait bir örneği gördüm ve yaşadım. İnsanların nasıl mağdur olduklarına tanıklık edince inanın üzüldüm.
Küçük hesap adına yapılan bir uygulama olarak halkın mağdur edilişini de bir kez daha görerek ‘ümitsizlik’ adına yine içimi karalar kapladı.
Neden bu kent hala kabuğunu yırtamadı? Sorusunu sorup kendimce cevap aradım.
Elbette bu küçük hesapların peşinde koşanların insanları neden mağdur etmek istediklerini, buna kimlerin aracılık ettiklerini öğrenerek konunun üzerine gitmekte yarar var diyorum ve bunu da gerçekleştirdiğim an okuyucularımla paylaşacağım.
Yazık ediyorlar bu şehre, bu Adana’ya…
Toparlanır mı? Düzelir mi?
Bana sorarsanız asla…
Çünkü insanlar kendi beyinlerinde hapsolan yöneticilik anlayışı ile yönetiliyor.
Başka söze gerek var mı?