Adana’nın kavurucu sıcaklığı altında insanlar buram buram ter döker iken adeta burunlarından soluyorlar.
Caddelerdeki insanları şöyle bir yoklamış olsanız zaten ekonomik sıkıntı içinde olan bu insanlar şehrin atmosferindeki gerginlik yüzünden adeta sıkıntıları katlanınca ‘yaz ayı çekilmez’ duruma geliyor.
Bu çekilmezliğe bir de şehrin sıkıntıları eklenince varın görün altından nasıl kalkacaksınız? Kara kara düşünmeye başlıyorsunuz.
Dikkat ediyorum son bir hafta içerisinde özellikle sıcaklar arttıkça insanlar da farklılaşıyor. Asabileşiyor, dert yükü olmuş konuma bürünüyorlar.
Bu şehrin klakson çalma gibi özel bir hastalığı var. Adım başında önünüze aniden kıran bir dolmuşa rastlarsınız. Trafik ikazlarına uymayan, kırmızı ışığı takmayan, tam trafik açısından durulmaması gereken yerde durarak yolcu alan dolmuş sürücülerine rastlarsınız.
Klaksonları ile adeta trafiği yönlendiren özel araç sahiplerini görürsünüz.
Yaya iseniz karşıdan karşıya geçer iken dahi başınıza ne geleceğini hesap ederek, korkarak geçmeye çalışırsınız.
Yazın çekilmez oluyor dedik ya yazımızın başında. Bu şehirde dolmuşların kalktığı bekleme yerlerindeki değnekçileri bir türlü kaldıramadık. Bağırarak yolcu toplayan muavinleri bir türlü ortadan yok edemedik. Korna çalmadan bir adım atmayan sürücüleri bir türlü eğitemedik.
Bütün bunları yaşar iken de insan olarak çığırdan çıkıyoruz.
Aşırı gürültü kirliliği altında eziliyoruz. Yok oluyoruz. Hindistan caddelerinden farkı olmayan caddelerimiz var. Denetimden uzak bu caddelerde araç sahiplerinin himmetine göre yaşıyoruz. Onların rızasına göre hareket ediyoruz.
Onların yol vermelerine göre karşıdan karşıya geçiyoruz.
Demem odur ki, bu tür davranışlar yazın hiç çekilmez oluyor. Bu konulardan sorumlu olanlar da klimalı odalarında oturarak bizim söylediklerimizi, yazdıklarımızı okuyarak gelip geçiyorlar.
Maalesef diyorum durum bu. İnşallah bir yetkili çıkıp bana ‘haksızsın’ der ve beni ikna eder.
Yoksa ben başka bir şehirde mi yaşıyorum? Sorusunun da ben kendime sorarım.
Görüşmek dileğiyle.