Türkiye’de artık sadece kadınlar ve çocuklar değil, hemen herkes sokağa çıkmaya korkar hale geldi…
Hiç olmayacak şeyler yüzünden insanlar korkusuzca ulu orta yerlerde katlediliyor.
Ana babalar evlatsız, çocuklar ana babasız, yarım kalmış bir hayata mahkum ediliyor.
Şiddetteki bu artışın başlıca nedenlerinden biri toplumda yaratılmış olan ‘cezasızlık algısı’dır.
Bu algıyı artıran en önemli faktör ise, ülkemizde iki -üç yılda bir çıkartılır hale gelen örtülü/örtüsüz aflardır.
Elbette ki suçun işlenmesinin yahut önlenememesinin sebebi yalnızca af düzenlemeleri değildir, bu sorunun sosyokültürel, ekonomik, politik vs. birçok nedeni var.
Ancak cezadan beklenen en önemli araç suçlunun ıslahıdır. Yapılan aflarla suçlunun ceza almaması veya erken tahliyesi sağlandığında cezadan beklenen bu amaç gerçekleşemediği gibi, toplumda ceza kanunundaki yetersizlikler, yargılamadaki hata ve eksiklikler yüzünden oluşan cezasızlık algısı daha da artıyor.
Unutmayalım ki;
‘Adaletin olmadığı yerde anarşi başlar..!’
Ve ‘Ceza almamış ilk suçtan daha cesaret verici bir şey yoktur..!’
Toplumun hem suça hem de cezalara olan inancının hassasiyetle korunması gerekir.
Bireylerde suç işlediğinde; işlediği suçla orantılı şekilde, kısa sürede cezalandırılacağı ve işlemiş olduğu suçun cezasından hiçbir şekilde kaçamayacağı inancı olmalıdır. Bu inanç sarsıldığında suç işlenmesi önlenemeyeceği gibi, faillerin hak ettiği şekilde cezalandırılmadığını düşünen herkes kendi adaletini kendisi sağlamaya kalkışacaktır.
Böyle bir durumda, sadece kişi hak ve hürriyetleri değil, hukuk düzeni de, kamu düzeni de korunamaz. Bu nedenle ‘Af’ prensip itibarıyla hukuk düzeninin dışlaması gereken, ancak istisnai hallerde ve ihtiyatla uygulanması icap eden bir müessesedir.
Buna rağmen 14 Temmuz 2023 tarihinde TBMM´de, Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi´nin oyları ile yine birçok hükümlüye erken tahliye imkanı sağlayan bir infaz düzenlemesi kabul edildi.
Bu düzenleme ile; 31 Temmuz itibariyle kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin iyi halli olmak şartıyla, 3 yıl daha erken açık ceza infaz kurumuna ayrılmaları mümkün hale getirildi. Ayrıca cezalarının süresine göre en az 3 ay açık ceza infaz kurumunda kalmaları şartıyla hükümlülere 3 yıl daha erken denetimli serbestliğe ayrılma imkanı verildi. Üstelik bu düzenlemeden cinayet, uyuşturucu, cinsel suçlar dahil adi suçlardan hüküm giymiş olanların tamamı yararlanacak, siyasi suçlularınsa hiçbiri faydalanamayacak…
Adalet Bakanı bu düzenlemenin ‘Af’ olmadığını söylese de, hukukçular bu düzenlemenin ‘örtülü af’ olduğu konusunda hemfikir…
Ancak iktidar, bu tür düzenlemelerin toplumda cezasızlık algısını arttırdığını ve bu algının ülkede yaşanan şiddet olaylarını daha çok artırdığını görmezden geliyor.
Öyle ki, söz konusu affın çıkartıldığı Temmuz ayı içinde; 5’i şüpheli ölüm vakası olmak üzere tam 33 kadın şiddete kurban gitti…
Artık çocuklar arasında bile şiddet olağan hale geldi. Bu yazıyı kaleme alırken Şanlıurfa’da 16 yaşındaki bir çocuk, salt bir güvercin tartışması yüzünden arkadaşları tarafından kafası tuğlayla ezilerek feci şekilde katledildi.
Anlatmak istediğim şu ki;
‘Cezasızlık algısı’ hafife alınamayacak kadar büyük bir tehlikedir!
Zira insanın içgüdüselliği vicdan kapasitesinden daha güçlüdür.
Toplum sözleşmesinin temeli de, insanın doğaya karşı korunmasından ziyade toplumdaki bireylere karşı korunması ihtiyacına dayanır. İnsanlar, devleti canlarının ve mallarının daha iyi korunması, toplumsal düzenin sağlanması için kurmuşlardır. Vatandaşlık görevlerini üstlenmeyi bu yüzden kabul etmiş, cezalandırma ve af yetkilerini bu yüzden devlete devretmişlerdir.
Bu nedenle af kanunu çıkartılması gerekiyorsa, öncelik daima devlete karşı işlenen suçlara verilmelidir. Bireylere karşı işlenen suçların affı, sadece zorunlu hallerde düşünülmeli ve bu durumda da, öncelikle mağdurların zararı giderilmelidir. Mağdurların zararı giderilmeden yapılan örtülü/örtüsüz tüm aflar toplum sözleşmesinin ihlali anlamına gelir.
Devletimizin vatandaşların can ve mal güvenliğini etkin bir şekilde koruyamadığı ortadadır. Çoğu mağdur ekonomik zararlarını dahi tazmin edememektedir.
Hal böyle iken, iktidar af yasası için gerekli olan TBMM 3/5 üye tamsayısı çoğunluğunu sağlayamayacağını düşündüğünden 2005’den beri örtülü af düzenlemeleri çıkartmayı alışkanlık haline getirmiştir.
Özetle; İlk olarak 2005 yılında, çocuk suçlular için "Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB)" kurumunu getirdi.
2006 yılında bunu şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezaları için yetişkinleri kapsayacak şekilde genişletti.
2008 yılında daha da genişleterek - Terörle Mücadele Kanununda ve Askeri Ceza Kanununda yer alan suçlar hariç- iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası öngören tüm suçlar için uygulanabilir hale getirdi. (Neyse ki Ağustos ayı başında Anayasa Mahkemesi HAGB uygulamasını; ceza niteliğinde olmadığı, işkence veya kötü muamele gerçekleştirdiği tespit edilen kamu görevlilerinin fiilî olarak cezasız kalmasına neden olduğu, Anayasa’nın devlete yüklemiş olduğu faillere fiilleriyle orantılı cezalar verilmesi ve mağdurlar açısından uygun giderimin sağlanması yükümlülüğü ile bağdaşmadığı ve sanıklar açısından da hak ihlallerine yol açabildiği’ gerekçeleriyle iptal etmiştir.)
2012 yılında koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan ve cezasının son altı ayını açık ceza evlerinde kesintisiz olarak geçiren suçlular için ‘Denetimli Serbestlik’ kurumunu getirdi.
2013 yılında bunu daha da genişleterek belirli sürenin altında hapis cezası alan suçlular için, 2012’de getirdiği diğer süre sınırlamalarını kaldırdı.
2016 yılında siyasi suçlulara yer açmak için 671 sayılı KHK’yı çıkartarak, koşullu salıverme için cezanın üçte ikisi yerine yarısını çekme kuralını getirdi ve -belirli suçlar hariç- denetimli serbestlik için öngörülen bir yıllık süreyi iki yıla çekti.
2020 yılında Pandemi gerekçesi ile açık ceza evindeki hükümlüler için, 2012 yılında getirdiği denetimli serbestlik uygulamasını kapalı ceza evlerini kapsayacak şekilde genişletti.
Ayrıca koşullu salıvermeye 1 yıl kalması koşulunu bir defaya mahsus olmak üzere 3 yıla çıkarttı. Böylece kamuoyunda mafya lideri olarak tanınan bazı failler dahi tahliye imkanı elde etti.
2020-2023 arasında da Pandemi izinlerini sürekli uzatarak kamuoyunda söylenen rakamlara göre yaklaşık iki yüz bin suçluyu ıslah etmeden topluma salıverdi.
Tüm bu düzenlemeler çıktığında olduğu gibi son birkaç haftadır hukuk büroları ve kadın dernekleri yine mağdurlar ve mağdur yakınları ile dolup taşıyor.
Hepsi korku ve endişe içindeler…
Oysa daha on ay evvel Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, ‘Kamuoyunda rahatsızlık yaratan ve cezasızlık algısı doğuran konularda önemli bir düzenleme yapıyoruz’ şeklinde açıklamada bulunmuştu.
Çıkartılan infaz değişikliği ile gördük ki aslında böyle bir çalışma yokmuş…!
İktidar katilleri, tecavüzcüleri, uyuşturucu satıcılarını tahliye edip yine ceza evlerinde siyasi suçlular için yer açmak derdindeymiş…
Açıkçası anlamak mümkün değil!
Böyle bir anlayışla yahut böyle bir gidişle;
Şiddet nasıl önlenebilir, nasıl azaltılabilir?
Dostoyevski’nin dediği gibi, gelin en azından kabul edelim bizlerde…
‘Herkesi öldürüyoruz sevgili dostum!’
Öldürüyoruz…
‘Kimini kurşunlarla, kimini sözlerle, kimini yaptıklarımızla, kimini de şu ana kadar yapmadıklarımızla…’