1983 yılında Necdet Calp ile başlayan solun “sattırmam” argümanı bir kez daha çöktü. Satılamaz, satamazsınız, “şeker vatandır” denilen, şeker fabrikaları birer birer satılıyor, yine birilerimizin aynen Atatürk Kültür Merkezini “yıkamazsınız” dediğinde de yine yerle yeksan ettikleri gibi, “çatlasakta, patlasakta” yıkıyorlar işte.
Turgut Özal’ın Anap’ı o yıllarda ülkenin kurgulanmış, siyasi hayatının misyon partisiydi. 2 kutuplu dünyanın soğuk savaşlı yıllarında, ülkeyi hem “yeşil kuşak’a” dahil etmek, hem de daha fazla sömürüye açık hale getirmenin yumuşak argümanı olan “açık pazar” projesinin sahibi parti aynı zamanda. ABD tarafından planlanan 12 Eylül askeri darbesinden sonra yapılacak ilk genel seçimlerde sadece 3 partinin seçimlere katılmasına izin verilmişti.. Özal’ın ANAP’ı, Necdet Calp’ın HP’si, Turgut Sunalp ‘ın MDP’si.
TRT, siyasi partilere seçim öncesi, kendilerini kamuoyuna doğru anlatabilmeleri için “açık oturum” düzenlemişti. Bu açık oturumda, liderler hem vizyonlarını, hem projelerini anlatıp, hem de rakip adayların projelerini, argümanlarını bir demokratik tartışma ortamında çürütmeye çalıştı. Karşılıklı olarak bire bir tartışma ortamında siyasi hayatımızın unutulmaz anlarına tanıklık edildi o oturumda.
Böyle bir tartışmada Özal o ana kadar toplumun duymaya alışık olmadığı, ekonomik vizyonundan, özelleştirmelerden bahsedip, devletin elindekileri satacağını belirttiğinde, bunu da Boğaziçi köprüsü üzerinden formüle ettiğinde, unutulmaz Calp repliği “sattırmam!” olmuştu.
Özal’ın parlatılmış, büyük ekonomist-uzman kişi algısıyla, toplum tabi ki çok kolay, Özal’a inanmayı tercih etti. Topluma Özal’ın dediğinin doğru olduğu, ülke ekonomisini kurtaracağı algısı, planlı bir şekilde oluşturulmuştu, Kenan Evren’in Turgut Sunalp ısrarı bile Özal’a yaramıştı aslında. Tıpkı Calp gibi acemi bir siyasetçinin, Özal’ın ekmeğine “sattırmam!” diyerek, yağ sürdüğü gibi. Sattırmam polemiği ile yaşanan tarihsel gerçeklik, uzun yıllar Türk solunun, ve muhalefetinin kaderini belirlemişti, tıpkı yaşadığımızın günlerin öncü dalgaları. Hep geriden gelen, geleceğini okuyamayan muhalefet, topluma hiç bir zaman güven veremedi.
Ve satıldı. Satılmaya da devam etti günümüze kadar.
Yıl 83 sattırmamdan, yıl 2018 şeker fabrikaları satılamaz!
Biz de büyük laf ettiğimizle mi kalıyoruz bu arada, ya da ettiğimizin sözümüzün bir ağırlığı yok mu artık? 70 yıldır iktidar olamadığımız gibi, son 30 yıldır da gündemin belirleyeni değil, takipçisi mi olacağız hep? Kaybetmeyi alışkanlık haline getirmiyoruz muyuz, ezik bir kitle oluşturduğumuzu bilmem fark ediyor muyuz? Bunlar bilerek mi yapılıyor, yoksa beceriksizlik, basiretsizlik mi bizim kaderimiz?
Solun, sosyal demokrasinin misyonu elbette kamu mallarına sahiplenmek olmalı, ama 35 yıldır kaderinin değişmemesi, sözünün geçer akçe olmaması, hep kaybeden olması, düşünülmesi gereken bir detay olmalı. Doğru söylemek başarı için tek başına yetmez. Bunun için bir planınız, vizyonunuz olmalı, eylem planlarınız olmalı, kadrolarınız olmalı. Yoksa, her defasında kaybetmeye mahkumsunuz. Sattırmam dediğinizde illa ki sonunda sattırmamanız gerekir. Ama laf ola beri gele misali, sadece bir şey söylemek için söylediğinizde, günü kurtarmak için söylediğinizde, -mış gibi siyasetiniz, toplumun iktidar olma umudunu ertelediğini, bu umutları çaldığınızı bilmeniz gerekir.