2020’nin başlangıcıyla, dünyanın girdiği korona süreci, herkeste derin bir endişe, korku ve paniğe sebep oldu. Yazın serin, kışın sıcak evlerimizde, ortalama insan endişelerine sahip iken ki en son 80’lerde bu tarz endişelere tanıklık etmişken, toplum olarak ilk defa bu kadar karamsarlığa kapıldık dersek yanılmayız. Terörü hafızalarında canlandıramayan X,Y,Z kuşakları içinse hayatın ebeveynlerin anlattığı kadar korkulacak, endişe edilecek bir durum olmadığını sandıkları bir anda, daha da bir karamsarlığın ortasında kalmayı anlamak, bizler için epey zor olacak.
ABD menşeli, “best seller” kitap okuma alışkanlığı olan bizim büyük dünya görüşlü aydınlarımız içinde, zamanı ve geleceği okuma konusu, ilkokul öğrencisinin Dostoyevski’yi anlama çabası kadar cılız bir durumdu.
Yahudi kökenli akademisyen Harrari bilinen 3 kitap yazdı, hepsi de çok satanlarda hep başlarda oldu. Herkes okudu Harrari’yi, ama çoğu kimsenin anladığını sanmıyorum, çok azımız anladık Harrari’yi. Geçmişten geleceğe, yaşadığımız yaşayacağımız zamanın yeni izm’ini açıkladı. Kimimiz onu iyi bir tarihçi, kimimiz felsefeci, kimimiz de iyi bir fütürist saydık. Oysa o gelecekten haber veren bir fütürist gibi davransa da, aslında geleceği şekillendirenlerin “sesinden” başka bir şey değildi.
Harrari ne söyledi? Harrari önce evrimden bahsetti, sonra insanlıktan bahsetti ve en sonunda “insana ihtiyaç” kalmadığından bahsetti. İnsana ihtiyaç ne demek? Bizler ne zaman tüketim malzemesi, bir mal, kullanılan eşya olduk. Harrari’ye bakarsak zaten böyleymişiz, yakın bir zaman diliminde de miadımız dolmuş olacakmış. Aslında her şey apaçık ortayken bizler hala dünde yaşıyoruz.
Korona süresince gördüğüm hala dünde gibi yaşıyor ve düşünüyoruz, sonrada yarını anlamaya çalışıyoruz. Oysa yarını, yarında yaşar gibi düşünüp ancak anlayabiliriz. Gelmekte olan, gürültülü bir şekilde geliyor yeraltından öncü deprem gibi.
Yarının dünyasında hiçbir şey bugün ki gibi olmayacak, insan da bu kadar değerli olmayacak. İşin özeti bu….