Tamam, düşündüklerine ‘tutu’ koydunuz, yemesine ‘tutu’ koydunuz, eğitimine ‘tutu’ koydunuz, yaşamına ‘tutu’ koydunuz da, işine ‘tutu’ koydunuz…
Sağlığına da bu denli ‘tutu’ koymak için verdiğiniz çabaya, verdiğiniz uğraşa, gözlerimizin içine baka baka söylenenlere ne demeli ki?
‘Bana değmeyen yılan bin yaşasın’ bakışını önüne alanların başka izleyecekleri ‘yol’ budur!
Önce ‘bana değmeyecek’ gibi gösterilen olaylarla başlar, ardından ‘sen karışma, uzak dur’ uyarıyla uzaklaştırılır, ‘küçük’ gibi görülen aslında her biri yaşamın parçaları olan ‘noktaların’ içleri boşaltılır, sonra bir bakarız ki…
***
Kitlelerin arsından cımbızla seçilenler birer birer sindirildi. On yıl önce, onbeş yıl önce ‘yanlışların’ üzerine giden, eleştiren, televizyon izlenceleri, o izlencelere katılanlar neredeler şimdi?
Onların yok oluşlarını aslında hep sezdik. Ama soramadık! Sorduğumuzda ‘sen sus’ denildi.
Oniki eylül öncesini anımsadım. Liseli yılarımda. Kozan’da haftalık yayınlanan bir yerel gazeteye hem başyazı veriyorum, hem de içerde bir sayfasını ‘sanat’ içerikli yönetiyorum. O mahallelerin, sokakların bölüşüldüğü yıllar. Her gün baskı yapıyorlar. Yazma, diyorlar. Gazeteden ayrılırsan baskılar bitecek, diyorlar…
Kanın deli olduğu dönem. ‘Yok’ diyorum. O yıllarda okuduğumuz kitaplarda ‘kaçışlar, korkular, bırakışlar daha büyük baskılar getirir’ derdi. Her ne denli ‘teorik’ yanı ağır olsa da, yaşamımızın içerisinde kolayca yer buluyordu; direniyorduk!
Ne zaman ki uyarılar için olmasa bile, gazeteden ayrıldım; uyarılar baskıya dönüşmüş, her geçen gün artmıştı!
Şu an yaptığım sorgulamayı, ‘o’ yıllar mutlaka yapan birileri olmuştu; şimdi düşündüklerine ‘tutu’ koyulanlar neredeler?
***
Bu ülkenin insanı kendisi ekmeyi, kendisi yetiştirmeyi, kendisi biçmeyi, kendisi yemeyi bilir; yok olmaya giden bir ulusu nasıl canlandırmasını bilmiş-başarmışsa aynı biçimde üretmeyi, var olmayı başarır. Açlığa başkaldırır biderini yiyecekten ayırır, uyku zamanından çalar çalışır, ama ayakta durmayı başarır…
Şu yıldan önce, ya da şundan sonra, demeyeceğim! Çok partili sistemin iktidarları emekçi yurttaşın, elindekini ‘alabilmek’ üzerine kurguladı hep kendini!
Her yeni gelen iktidar, bir öncekini katlayarak ‘yük’ bindirdi emekçiye!
İktidarlar üreticinin ya ekim alanını daralttı, ya ekilen ürüne yetersiz fiyat koydu, ya dışarıdan getirdiği ürünlerle üreticinin belini kırdı, ya girdi masraflarını artırdı, ya ürün bedellerini geç ödedi, ya yabancı patentli tohuma zorladı, ya yerli olmayan masrafları artırdı, ya…
Bu ülkenin esnafının, emeklisinin, çiftçisinin, köylüsünün, eğitimcisinin, memurunun, öğrencisinin, ev kadının yemesine ‘tutu’ koydu…
***
Şu söz sıkça yinelenir
‘…cesaretimizi destekleyen, sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitim, kültür ile üstün insanlık niteliğinin, vatan, fikir özgürlüğünün en değerli simgesi olacaksınız. Ey yükselen yeni kuşak! Gelecek sizindir. Cumhuriyet’i biz kurduk; onu yükseltecek, sürdürecek sizsiniz…’
Verilmekte olan ‘eğitim’ üstün nitelik kazandıracak, düşünce özgürlüğü egemen olacak, yeni kuşak geleceği kucaklayacaktı!
Nasıl?
Eğitime ‘tutu’ konulurken, çevremizde değişim belirtileri yaşanırken, öğrenciler yaşamlarını kolaylaştıracak dersler görmekten uzaklaştırılırken, bilim yok edilirken, soru sormak suçlayıcı bulunurken, anne-baba çocuklarını korkarak okula gönderirken ‘izleyici’ kalmadık mı?
Bugün, birkaç yıldır geçmediğim bir sokakta ‘yenileniş’ bir okul gördüm. On yaşın üzerindeki çocuklar bahçede koşuyorlardı. ‘Güzel şey çocuk olmak’ diye geçirdim içimden. Hemen okul karşısında bir işyeri vardı tanıdığım. Selamlayarak okulu gösterdim; güzel olmuş…
Oturduk-söyleştik! Bir sor bin işit, derler ya; dolmuş adam! ‘neler yaşandı bir bilsen’ diye başladı. Üç yıl önce eski bina yıkılmış. Öğrenciler başka okullara dağıtılmış. Geçtiğimiz yıl da kısa sürede yenisi yapılmış… Buraya dek her şey güzel… Öğrenciler için bir okul yapılmış! ‘Deme’ dedi! ‘Neden’ dedim! ‘Atatürk okuluydu bu’ dedi! ‘Şimdi’ dedim. Sustu; konuşmadı…
Cumhuriyet’i yükseltecek kuşaklar yetiştirilecek böyle! Eğitim çıtalarına ‘tutu’ konarak böyle!
***
Yaşama konuldu ‘tutu’, işe konuldu ‘tutu’; şimdi sıra sağlıkta…
Bir bireyin, ailenin, kentin, toplumun sağlık konusunda yaşayacağı sorunlar ‘yalnız’ birey için değil ülke için önemlidir. Sağlıksız birey; sağlıksız aile, sağlıksız kent, sağlıksız toplum anlamını da taşır. Sağlık sorununa çözüm aramadıkça kalıcılığının önüne geçilemez. Kalıcı-süren sağlık sorunu, toplum ya da toplumların da içini boşalır, yaşamı yaşanılır olmaktan çıkar…
NBŞ konuşuluyor. Bakanlık raporunda ‘sakkoroz ile NBŞ içeren besinlerin tüketimi metabolik hastalıkların yanı sıra obezite ile ilişkili çeşitli kanser türlerinin gelişimine zemin hazırlamaktadır’ denilmesine karşın, nişasta bazlı şekerin kullanımının önünü açacak şeker fabrikalarının satışından vazgeçildiği söylenmediği gibi, doğabilecek onlarca sağlık sorununa karşın satışı savunuluyor!
Araştırmacılar her tür hastalığın katlanarak büyüdüğünü söylüyor, hastanelere-sağlık kurumlarına giden hastaların iyileşme olasılıklarının düşük olduğunu dile getiriyor!
Bu ‘tutu’ neden; sağlık herkes içindir çünkü…